29 Haziran 2012 Cuma

Püsküllerimizi Soldan Sağa Geçiriyoruz..

Dan dan dan daaaaaaaaa
Dan dan dan daaaaaaaaa


Sarı, mezuniyetten canlı bildiriyor..


Gerçi mezuniyet töreni saat 7de ben de büyük ihtimalle kalmayacağım ama;
Buranın gerginliğini keyfini az buçuk yazayım dedim.


Ha bir de arkadaşımı beklememin ve bu süreçte inanılmaz derecede sıkılmış olmamın da katkısı var tabii..


Efendim malum, sevgili İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Uzay-Uçak Mühendisliği ayağını temsil ediyorum şuanda, yani diğer fakültelerde ne işler dönüyor bilemeyeceğim.
Burada hafiften hafiften bir hareketlenmeler başladı ama.
Takım elbiseli tatlı çocuklar, şıkır şıkır bir iki kızımız, gelmiş bulunuyor.
Ben de nedense CIA ya da FBI ajanı havasına büründüm, çaktırmadan insanları inceliyorum.
Aslında bu aktivitem böyle anlattığımda beni bile gerdi ama sorun yok çünkü bu canımın içleri 2006 girişli falanlar herhalde, anca bitirmişler, daha bir tanıdık göremedim.




O zaman bugün bu işkenceyi kendime yapma amacımı azcık açıklamaya çalışayım.
Şu mezuniyet töreni kadar sevdiğim bir tek olay yok ya,
Tabii okulla ilgili..


İnsana saçma bir duygusallık, bir hava katıyor.
Mezun olanına da , izlemeye gelenine de..
O cübbeyi giyip de kasılmayan bir tane adam yok.
Ama hakları tabii, bir tarafımızdan ter aktığını düşünecek olursak..


Yaş ortalaması bana biraz yüksek geldi,
Ama belki, yıllarca çırpınmanın verdiği bir olgunluk çökmüştür suratlara onu bilemeyeceğim..


Dur amacımı açıklıyordum..
Efendim malumunuz, inşallah seneye okul bitmese de bir mezuniyet törenine katılabiliriz diye umuyoruz.
Dün de belirtmiştim galiba, daha hiç böyle kapsamlı İTÜ mezuniyeti görmediğimden, hazır da yaz okuluna gidiyorum diyerekten, bir havasını suyunu koklayayım, tadayım dedim..
Çok da memnun kaldım.


Yok yahu böreklerden yemedim, ayıp ediyorsunuz bak.


Mezuniyetleri niye seviyorum.
Birincisi insanları bundan daha içten bir de düğünlerinde gülümserken görebilirsiniz.
İkincisi, nasıl da şıkır şıkır oluyor herkes, o cübbenin yakışmadığı tek bir kişi yok.
Hele bizim mavi bantlı siyah cübbelerimiz, çıkar da ben giyeyim dedirtiyor.
Üçüncü olarak, dediğim gibi duygusal bir olay, duygusal deyince ben ordayım zaten, 
O ailelerin sevinci, çocukların gururu, nedense paylaşmaya bayıldığım bir duygu.
Dördüncü olarak, insanların hayatlarının bir dönemini kapatmalarını temsil ediyor.
Hele ki bu üniversite mezuniyeti olunca, hayata gerçek ilk adım diyebiliriz.
Sonra okul hayatınızın sonu, tabii yüksek yapabilirsiniz ama oradan sonra olgun insan kategorisine giriyorsunuz.
Çocukluğu nihayet bitirmek gibi bir şey yani..
Gerçi bunu lise de söylüyoruz ama, liseden yolladığınız çocukla üniversitede okuyan çocuk arasında yalnızca yaş farkı var.


Şuan beni salsanız, gider o mezuniyete şakır şakır konuşma yaparım bak.
Kimse de şüphe etmez, dur bu kız mezun mu, kimin nesi bu diye.




Bu da İTÜ'ye açık gönderme olsun, seneye mezunlar adına konuşma yapacak bir öğrenci ararsanız,
Liseden deneyimli, mezuniyet konuşmalarında uzman bir öğrenciniz var.
Aklınızda olsun,
Üstelik gözyaşına ve seyirciye oynuyorum direk bak, tam aradığınız ruh.
Saatlerce süren onun bunun başkanı konuşmalarından iyidir.


Gerçi sevgili bölüm başkanımız fakülte ödülleri verilirken o kadar kısa ve içten bir konuşma yaptı ki,
Kendisi mezuniyette de saatlerce konuşsa dinlerim.
Ayrıca biz de sizi çok seviyoruz..

Saygılar; Alim Rüstem Aslan.




Eveet, o halde CIA kısmına geri dönelim.
Yarısından çoğunu hayatımda ilk kez gördüğüm sevgili mezunlar, tatlılardı ama,
Sevgili fotoğrafçı sözüm sana, vallahi gelip makinanı elinden alacaktım bu kadar da çapsız olunmaz ki,

Zaten toplasan 25 kişi anca varlar, bir araya getirip de bir fotoğraf çekemedin yahu.


Ve Meteoroloji Bölümü mezunlarını, mükemmel yaratıcılıklarından ötürü gözlerinden öpüyorum.
Adamlar, sopalara yağmur damlası şimşek figürü falan yapıştırmışlar,
Şemsiyeleri de açtılar, ben daha tatlı bir şey görmedim.
Dayanamadım fotoğraflarını çektim.
Efendim kendilerini hiç tanımıyorum, kızlar birden kendilerini internette görüp gerilecekler o denli, bak arkada sağda şimşek de gözüküyor.

Velhasıl kelam, şuan evdeyim tabii,

Yazıya okulda başlamıştım, koşuşturmaca kısmına katılıp, iç geçirerekten cübbeli sevdiceklerimize bakarken yarım kaldı.
Mezuniyet törenine kalmadım, bu kadar duygusallık yetti.
Nitekim, ilk cübbeliyi görünce ağlarım diye iddia ediyordum, ağlamadım ama, çocukları çılgınca parmağımla işaret ederek gerdim.
Olsun, uzaylı gördüm desem yalan olmaz.
Şakacı.


Efendim bu da süslenmiş kızımız, İTÜ Stadyumu..

Bugün biraz kişisel yazdım, bu tatlı heyecanımı paylaşayım istedim.

Eve yersiz bir neşeyle döndüm çünkü..
Lisedeymiş gibi..
Okul çok büyük olunca, her şey bölük pörçük ve birbirinden kopuk oluyor, ama böyle zamanlarda, o lise koridorlarında gülüşerek koşuşturduğunuz zamanlardan hiç bir farkı kalmıyor durumun..
Evinizde hissediyorsunuz.


Tamam bitiriyorum..
Bugün bavul toplayacağım, evet kaçıyorum,
Zamanım olursa daha az kişisel bir şey yazmayı da düşünüyorum.
Şimdilik hepinizi öptüm..
İyi geceler..
ÇS*12

28 Haziran 2012 Perşembe

Konusu Olsa, Başlığı da Olurdu Belki..

Şu Facebook'un hayatıma kattığı en saçma şey,
Onun bunun sayfasında gördüğüm insanları,
Birden sokakta görünce ünlü görmüş gibi sevinç dolmak.


Aaaah sosyal dünya,
Ne saçma bir zamana doğmuşuz değil mi, ben şu aktivitemi ileride çocuklarıma herhangi bir şekilde açıklayabileceğime inanmıyorum.
"Evladım biz babanla birbirimizin fotoğraflarını beğeniyorduk" ee?
Otobüste birbirini görüp konuşma teklif  etmeye dönecek mesele bir süre sonra diye korkuyorum.


Daha doğrusu, bundan 20 yıl sonra, bu şimdinin "havalı" görünen aktiviteleri, klasik, masum ve biraz da "ezik" kalınca, bizim çocuklarımız neler yaşıyor olacak?


Amaaaaan, Rahvan nerede yine?
Bak yine bundan 20 yıl sonrası için kaygılanır oldum, vallahi bu kısmımı ameliyatla aldıracağım.

"Kaygılanma kesesi"
Maddi değeri olsa, trilyonerdim.




Trilyoner demişken, yılbaşı amortilerimi değiştirdim Milli Piyango bileti aldım yarın akşam çekiliyor,
gözünüzü seveyim, iki voltran yapalım şuradan, sonra hepinizi görürüm ben.


Şaka tabi.


Aslında denesek, tutsa, o kadar çok gülerim ki..


Her neyse, farkındaysanız konuya bir türlü giremediğim gecelerden birindeyiz.
Tek bir konuya iki sebepten yoğunlaşamayabiliyorum;
Bir - Aklım çok doluysa.
İki - Aklım alışkın olmadığı derecede boşsa.


Şaşıracaksınız ama aklımın boş olduğu gecelerden birindeyiz,
o yüzden karşılıklı böyle tatlı tatlı sohbet edip yatasım var.
Sonra belki rüyamda birinizi görürüm.


Bir düşündüm de, hiç tanımadığım biri olsanız mesela,
Rüyama girseniz bu akşam.
Daha da blog falan tövbe, bilgisayarı açmam.


Aslında diğer türlü daha da korkutucu olur. 
Ama sizin açınızdan, yarın mesaj kutunuzda benden bir mesaj mesela..
"Blogumu okuduğunu biliyorum."
Ekte de bu fotoğraf olacak ki gerilin.
Zaaaaaart afişe oldum, kısmet işi tabii.


O zaman en "random", en ilk aklıma gelen konudan gireyim, artık Allah ne verdiyse..
Yarın İTÜ'de mezuniyet töreni var.
Nedense benim bu sene o töreni bir basasım, bir içlenesim, bir ağlayasım var.
Ha bir de olayın prova durumu var tabi, olur da seneye kep atabilirsek İTÜ bir konuda daha değişiklik yapmadan,
Olayı bir kere görüp yaşamak lazım..


Lisedeki mezuniyetimi, ortaokulum da aynı olduğu için, ablamınkileri de katınca toplam 4 kere yaşadım.
İTÜ'nünkine de bir kere gittim ama o Taşkışla'daydı.
Görmediğim, denemediğim, yaşamadığım şeylere karşı her zaman bir tedirginliğim var.
Ne kadar sıradan bir olay olsa bile..


Fakat, bu yarınki mezuniyete gitme isteğim, havaya nasıl bir enerji yaydıysa,
iki farklı kişiden "bugün provaya katıldın mı?" sorusunu aldım.
Durun yahu daha bir senem var.


En az.


Buradan bütün, 4e geçen arkadaşlara, Allah seneye kep attırmak nasip etsin, amin diyorum.
Yalnız inşallah, maşallah gidiyorum bu akşam, haydi hayırlısı.


Yahu elbisem bile hazır yarın gidiyoruz dese biri gideceğim yani.
Haydi biriniz mesaj atın gidelim diyin :)


Neyse ki, yarın öğleden sonraki dersimi bugün hallettim de, saat 4 e kadar okulda kalıp cübbeli insanlar görüp duygulanmadan evimi bulacağım.




Her neyse..
Biten şeyler..
Sanırım mezuniyetlerle ilgili beni temel olarak duygulandıran konu bu.
Çok güzel bir şeyin bitiyor olduğunu görmek.
Hatta bunu kutlamak.




Şu an telefonumda piyano çalıyorum ya.
Ne içirdiniz bu akşam bana anlamadım, nasıl kendi anlattığım konudan bile kopuyorum.


Ama 21 yıl sonra, her şarkısında beni anlatan bir grup buldum.
Ha bir de 21 yıldır gerçek aşkı arayan bir çocuk varmış.
Kendisiyle tanışacağım, bunu demesi bile beni çok güldürdü.


Nobody says it was easy, 
No one ever said it would be so hard.
I'm going back to the start.


Dönme be babacım ya.




Biten güzel şeyler diyordum.
Hem güzel olup, hem bitti diye sevineceğimiz kutlayacağımız bir ikinci olay gelmedi aklıma.


Demek ki mezuniyetler eşsizmiş.
Yarın mezun olan İTÜ halkı,
Darısı başımıza, yolunuz açık olsun, ne diyeyim.




Sonuç olarak.
Rocky Horror Show gibi bir yazı oldu bu yahu, güldük söyledik ama konu neydi belli değil.


Hepinizi seviyorum.
Dünyaya yolladığım pozitif enerjinin haddi hesabı yok, siz de biraz gayret gösterin, her şey çok güzel olacak.

Bu akşamın konusunu şimdi buldum bak, rüyalar.
Ama sanırım bunu yarın yazacağım..
Sizi daha çok sıkmadan..
İyi geceler tatlılar..


Ama bu akşam sohbet etmek istedim fark ettiniz değil mi,
Her tek taraflı sohbetin bir sonu vardır.
Öpüldünüz.


Bir de, "hiçbir şey" üzerine bile bir saat konuşabiliyorum.
Ah benim zavallı dostlarım..
ÇS*12

26 Haziran 2012 Salı

"Velev ki", 2 : Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi

İyi akşamlar sevdiceklerim..


Bu geceki konumuz hep kafamda olan bir konudur ama,
Bu gece bu konuyu açacak olmam bana bile sürpriz oldu.




Konumuz, yine velev ki meselelerinden,
Eğer yarın öleceğinizi bilseniz ne yapardınız?




Ben bu başlık üzerine var ya, kitap yazarım yani.
Aslında bir kere düşünmüştüm temelinde bu soru yatan bir hikaye,
ama komedi bazlıydı, belki bir gün çok zamanım olursa yazarım..


Hikayede, aslında 2012 meselesiyle de biraz dalga geçmek amacıyla, kahramanımız ertesi gün öleceğiniz öğrenir, ve kendisine kalan 24 saatlik süreçte, hiç yapmadığı şeyleri yapmaya çalışır.


Aslında bir gün yazarsam bunu amacım, hayallerinizi ulaşabileceklerinizi yarına bırakmayın mesajı vermek ve insanoğlunun yarın olmayacağını garantileyince nasıl çirkinleşebileceğini güldürerek anlatmak olacak.


Klişelere kaçmadan tabii ki..
Belki yazarım bir gün..
Dedim ya kafamda hikaye çok, ah keşke sonsuz zamanım olsa..




Şimdi konuya geri dönelim,
Yarın öleceğinizi bilseniz siz ne yapardınız?


Bence herkes öncelikli olarak - tabi bir kaç saati yusuf yusuf geçirip dertlendikten sonra - aşk meselelerini kapatmaya çalışırdı.
Söyleyemediği şeyler varsa açıp söyler rahatlardı.
Hani çünkü yarın olur da hala söylemediyse, içinde kalacağı kesin ya..
Son bir 24 saatliğine de olsa hepiniz sevgili yapmaya çalışırdınız,
Üstelik fakir edebiyatıyla bak,
"Ayşegüüül, yarın öleceğim ben, ama kimseye söyleme olur mu, kimseyi üzmek istemiyorum, boş musun?"


Sizi sizi.


Yahu yarın öleceksiniz diyorum, siz hala beşeri, hala beşeri..


İkincil olarak arkadaşlarda veya vefa borcunuz olan kişilerle bir şekilde helalleşirdiniz diye düşünüyorum.
Bu kısımlar masum tabi,
Ne bileyim çok malınız mülkünüz olmasa da, ipod'unuzun kime gideceğini garantilemek için bir vasiyet karalardınız.


Şimdi işin çirkinleştiği kısma geliyorum.


Hani içinizde kalmasın diye konuşurdunuz dedim ya,
Saat ilerledikçe içinizdeki melek yerini,
"Dur lan, yarın öleceğim tüm bu sinirim içimde mi kalacak." rahatlığı alarak, tek tek, gıcık olduğunuz kim varsa onu arayıp amiyane tabirle, ağızlarına ederdiniz.
Bir de o nasıl olsa yarın yokum rahatlığıyla insan ne güzel açılır ne güzel konuşur değil mi, oooh ana avrat.


Akşam üzerine doğru çirkinlik fizikselleşir.
Öncelikle denemediğiniz ne varsa denersiniz bence.
Ulaşılabilir olanları tabi.


Olanca paralarıyla bir geceliğine olsa bile yurtdışına kaçacaklar da olacaktır.
"Oğlum Las Vegasta iki zar atmadan öldü dedirtmem!"


Sonra kesinlikle bir şeyleri ateşe verirdiniz.
Bak bu yüzde 90 emin olduklarımdan.
O özgür hissetmenin verdiği gazla, küçük büyük bir şeylerin yanışını izlemek isteyeceğinize eminim


Sonra
"I am the king of the wooooooooooooorld!"
Kısmı var, bak Jack Titanic batmadan yaptı da fena mı oldu.
Bir yerlerde kimseyi umursamadan bağıracağınıza eminim.
Hani sizin süreniz nasıl olsa doldu ya,
Şimdi tüm sosyal kuralların, ya da yasaların hiçbir anlamı yok sizin için.
Sizi kapsamıyor yani.
Koşun sokaklarda.


Ve suç işleyenleriniz de olacaktır.
Halbuki giderayak ne yapıyorsun böyle işler değil mi?
Ama mutlaka deneyeceksinizdir, yasak olan bir şeyleri,
Masumiyet seviyesi tamamen içinizdeki "hayvanın" masumiyet seviyesine bağlı..


Gece ilerledikçe bir durgunlaşma gelecektir tabi,
O saate kadar içmeyecek kimseyi tanımadığım için geceyarısına sarhoş gireceğinizi hesaba kataraktan,
Arkadaşlara sarkmalar ve sarılmalar başlayacaktır diye düşünüyorum.
"Oğlum beni çok özleyin olur mu lan.. Olur mu.. Yengenize de yan gözle bakmayın ben yokum diye.. Hani kardeştik lan biz..Gel öpeyim bir."


Durulduğunuz, etrafınızdakilerin de içlendiği süreç sabaha karşı olacaktır..
İşte sizin de tam olarak 3.5 attığınız an..
Şanslı olanlar bu kısımda çoktan sızmış olacaklardır..
Çok şanslı olanlar son günlerinin cılkını çıkararak içlerinde gupte kalmadan son saatlerine girmiş olacaklardır..


Buradan gerisi ve buradan öncesinin ayrıntısı bireysel tabii ki,
İsimler mekanlar değişecektir.
Ancak hepinizin hiç tatmadığı en az bir yemeği tadacağınıza eminim.
Ya da içkiyi.
Ya da duyguyu.
Bunların hepsi birbiriyle ilintili zaten..


Midemizle aklımız,
Aklımızla kalbimiz,
Kalbimizle ayaklarımız
Bağlantılı olmasa, tek bir vücutta toplanmazlardı zaten.


Hepsini mutlu etmek için uğraşacağınıza eminim.
Özellikle de vicdanınızı..
Çünkü vicdan öyle korktuğumuz bir şey ki, sanki öldükten sonra bile peşinizi bırakmayacak öyle değil mi?


Kişisel olarak sen ne yapardın diye sorarsanız..
Birkaç telefon görüşmesi yapacağım kesin..
Ben durumu kimseye çaktırmayanlardan olurdum diye düşünüyorum, nasıl olsa yarın, bugün neden bu kadar saçma sapan davrandığımı anlayacaklar değil mi, bugünden üzülmelerine gerek yok..
Bir yerlere kaçmayı da denerdim kesin, ama akşam olunca eve dönmek isterdim diye düşünüyorum..
Tabi içimde kalan her şeyi yaptıktan sonra..


Yani neymiş,
İnsan istese tüm hayatını, tüm isteklerini 24 saate bile sığdırabilirmiş..
Ama biz yapmıyoruz,
Bize verilen ortalama 60-70 yıllık süreç bile,
her istediğimizi yapmaya yetmiyor.













Çünkü tembel ve korkağız.
Bu tüm zincirlerinizi kırın sokaklara dökülün delirin demek değil.


Yalnızca bazen kendinize dönün ve bu hayat yaşamak istediğim hayat mı diye sorun,
Yarın ölecek olsam ne yapardım diye sorun..
Ve yarın onların en az bir tanesini deneyin.


Bakın bu "Before i die.." panosu, düşünün bakalım siz neler yazardınız..


İyi geceler tatlılar,
Kafanız karışırsa, ben buradayım..
Öptüm..

ÇS*12

25 Haziran 2012 Pazartesi

Pandora'nın Kutusu..

Ooo Rusya'dan takipçilerim de buradaymış,
Ortalık karıştı bak şimdi.
4 kıtaya yayıldım yahu.
Ne anladıklarını hala kestiremiyorum ama, sevgiler canlarım.





Belirli aralıklarla hikayeler dinlemem lazım..
İnancımı, ümidimi, umudumu kaybetmemek için..
Bugün o günlerden biriydi, 
İsim vermeyeceğim ama, gerçek aşkın varlığına olan umudumu tazeledi, sağ olsun..
Çok mutlu olsun o, öpüyorum.




Pandora'nın kutusu diye bir girelim başlığımızdaki gibi, bambaşka yerlere varalım istiyorum.


Pandora'nın kutusu, efsaneyi bilmeyenler için öncelikle olayı bir özetleyeceğim..
Efendim Pandora yengeniz, meraklı bir arkadaşımızdır, kendisine Tanrılar tarafından emanet edilen ve açılmaması gerektiği söylenen kutuyu (ya da testiyi) eşi evde yokken kimse fark etmez diyerek açar.
Ancak kutunun içinde aslen, tüm kötülükler ve umut vardır, tüm kötülükler dünyaya yayılırken Pandora son anda kutuyu kapatır ve umut gitmemiş olur.


Şimdi tüm kötülükleri saldıktan sonra umut bizde kaldı da ne oldu ama,
Hadi neyse, bugün umudu övecektik değil mi?




Mitolojiyle ilgili sevdiğim yanlardan birinin örneği bu aslında,
Tatlı tatlı bahane bulması..
Bir yandan 3. göz, 5. his dizileri tadında ibret hikayeleri verirken, bir yandan da dünyadaki çoğu şeye tatlı bahaneler uyduruyorlar.


Teşbih-i Beliğ
mi oluyordu o?
Yok o güzel benzetme miydi, ama anladınız yani..


Dünya kötülüklerle dolu bir yer.
Neden?
Aaa çünkü Pandora'ya emanet ettik kötülükleri kutu içinde, meraktan açtı haspam.

E eşşek neden söylemedin açma derken, bak tatlım bunun içinde kötülükler var, gözünü seveyim diye.
E çünkü amaç orda, meraklılık yapma, fazla merak göz çıkarır diyor.


Aynı Adem ile Havva olayı bir düşününce.
Havvacığım, buraların alayını ye, ama bu elmadan yeme diyorsun.
Hatun gidiyor illa o ağaçtan yiyecek, neden merak.


O zaman kötülüklerin anası merak desek mesela?


Vuu.. Taşlar yerine otururken takırdadı bak.


Havva ile Adem olayında şuraya da takılıyorum, mesela.
Şimdi Havva ile Adem, dünyaya düşmeden önce hiç mi çocuk yapmadılar?
Ya da ne bereketli topraklarmış düştükten sonra maşallah 6 milyar mı doğurmuş Havva?
Bu hesapla, acep Havva elmayı hiç yemese "yasak olanın tadına bakmasa" yani, Adem ile hiçbir münasebete de girmeyerekten, ölene kadar iyi kötü takılıp da, alayımızın doğmasını engellemiş mi olacaktı?


Her işte bir hayır vardıra getirdim lafı.
O da Allah belanızı da verse umudu kesmeyin demenin kibarcası oluyor zaten.




Yok ama gerçekten, güzel şeyler duydum bugün.
Oysa sabahleyin hayatımı anlatan şarkımı bularak uyanmıştım, o psikolojinin dibine vurmaya hazırdım..
Ama bazı insanlar oluyor hayatınızda, size her an pozitif enerji verebiliyorlar.
Yalnızca çağırmanız yeterli. 
Bence Pandora'nın kutuda unuttuğu, işte o bir avuç pozitif insan.
Diğer bugün negatifler, kaçıp kurtulmuşlar kutudan..
Sizi itip kakan, üzen, bozan, acı çektiren, psikolojik ya da fizyolojik, o telaşlı, heyecanlı, karamsar, yorucu, yorgun, üçkağıtçı, yalancı, güvenilmez, zayıf ya da gücünü kaldıramayacak kadar güçlü, hazımsız, bencil, açgözlü, doyumsuz, sinirli, stresli, gergin, asi, hepsi, hatta belki sizi ve beni de kapsayan bir deniz dolusu insan, hepsi kaçıvermiş.


Yoğun olan dibe çöker ya.
Hafif olan üste çıkar, bu boş duygular ve boş insanlar gibi..
İşte bu pozitif bir avuç şeker, iyi ki yoğunluklarından dipte kalmışlar da,
 onlar kaçıp, kirlenmeden dünyada, yakalamış hepsini Pandora, 
zaman zaman kutularındaki hayal dünyasına çok dalsalar da, içimizde kalan azıcık umudu da onlara borçluyuz işte.


İşte Pandora'nın bana sakladığı umut, bugün aşk var diyerek göz kırptı bana.


Ve ben ona inandım.
Oysa ne kadar zayıf ve kırılgandım, kutudan yeni kaçtığım günkü gibi.. Devam etmek için bir amacım, ya da hedefim yoktu.. Şimdi inanıyorum ve bence bu yeterli.


Başarmanın yarısıdır diye bağlamayacağım, çünkü bekleyerek hiçbir şey olmuyor biliyor musunuz?
Ben denedim, boşuna zaman kaybetmeyin.
Üstelik her konuda denedim. 
Çünkü dünyadaki en tembel insanım, ben de kutudan kaçmışım dedim ya, ayağıma gelsin diye çok farklı şeyleri oturduğum yerden beklediğim oldu.. Gelmedi hiçbiri..


Şimdi "umut" ayağa kalk dedi diye, yıldızları izleyerek uyuyacağım bir kez daha..
Ve umut edeceğim bir yıldız kayması için.. Çünkü bir yerlerde bekleyen güzel bir devam'ın olduğuna inanıyorum, 
burada durdurduğum her duygu için..


Resim şahsıma ait bu sefer, iki sene önce çizmiştim, Pandora'yla ciddi bir bağım var sanki..


Çok kapalı konuşmuş olabilirim bu akşam, kafanızı allak bullak ettiysem özür dilerim.
Bütün esprilerimi gün içerisinde harcadım ama, iki tatlı insanı güldürdüm.
Şimdi size bu günün felsefesi kalmış oldu, olsun, bence bu akşam benle düşünmekten de keyif almışsınızdır..


Belki Pandora sizin için kutuda kimi saklamış bunu fark etmişsinizdir..
Bence ona mesaj atın, değerli olduğunu gösterin..



Sizi seviyorum.
İçinizdeki umudu kaybetmeyin, çok yalnız hissederseniz bir gün, kutudaki umut da olurum sizin için, açıp okur geçiştirirsiniz kötülükleri..
İyi geceler..


ÇS*12

24 Haziran 2012 Pazar

Yolculuk Meselesi, 1

Ay, laptopum nasıl da özlememiş İstanbul'un internet hızını..
Canım yazıktır iki gündür tatil yapıyordu tabi, kafasını dinliyordu Enez'de, dönmek zorunda kaldı..


3 seferde açtım. Her neyse..




Bakalım.. Yolculuktan gelen adamın ne yazmasını bekleyebilirsiniz..
Allah'ım çok zorlanıyorum.. 
Tabii ki yolculuklarla ilgili yazacağım..
Bir de daha sonra daha büyük bir yolculuk yapar da anlatırım diyerekten, "Meseleler" kategorisine alıp konuyu açıyorum..






Bugün yolculuğun ruhani kısmına değineceğim,
İşin içerisine ruhu katmazsam kaşıntı yapıyor bende malum..


Aslında beni gözümden uyku akmasına rağmen bir şeyler paylaşmaya yönelten şey, yolda dinlediğim müzikler oldu, o yüzden bu meselemizin ilk yazısında yolculukta dinlenen şarkılara değineceğim..


Evin DJ'i benim.
Şimdi yazık mı aileye iyi mi oluyor her zaman kestiremiyorum ama, evin en küçük insanı olarak her türlü teknolojik ayrıntıyı benden bekledikleri gibi, müzikte de zevkime güvenerekten her sene beklenti halinde oluyorlar.


Kuzenimle yaz sezonu başlamadan yeni şarkılardan eleme yapıp liste bile hazırlıyoruz.


Enez Hits*12 gibi.
Tatlıyız bak ama..


He bu arada küçük bir ayrıntı,
Biz yazlık yakın olduğu için, yakın dediğim yer Edirne, her haftasonu üşenmeden gidip geliyoruz..
Yani her hafta yaklaşık 7 saat arabada canlı yayın yapıyorum.
Maaş alsam yeridir.


Bu arada bu akşam bir ara DJ olmaya da karar verdim.
Valla bak, ağzımın laf yaptığı su katılmaz bir gerçek, e müzikte de giderim var, neden olmasın.
Tekliflere açığım.


Her neyse yolculukta müzik meselesine dönüyorum.
Bence yolculuk yapıp da şöyle keyifli keyifli müziğini dinlemeyen adamın 2 sebebi olabilir.
Bir: müzik aletinin şarjı bitmiştir.
İki: Ölmüştür haberi yoktur.


Müzik ruhun gıdasıdır arkadaş,
İçiniz çekilir sonra bak.


Gerçi benim ruhum ne yiyor ne içiyor bilemiyorum ama, maşallahı var yani.
Sırf müzikten bu kadar kilo alınmaz.



Yolculukların, kendi içinde gerçek amaçlarının yanısıra hep bir alt anlamları bir derinlikleri vardır.

Bir kere insanı özgür hissettirir. Sanki istediğiniz yere gidebilecekmişsiniz gibi.
Halbuki biletini almışın otobüs tek yere gidiyor, ya da zaten arabandasın nereye gittiğin belli, ne özgürlüğü..
Ama olayın içinde bir "gitmek" var ya, psikolojik olarak hep özgürdür yolculuklar..


Yolculuk bir kaçıştır..
Geliyorsanız da, gidiyorsanız da, bir yere varacaksanız da, bir yerden uzaklaşacaksanız da, hep bir yöne doğru kaçıştır yolculuk..
Her zaman amacından çıkar.
Mutlaka komik bir şey olur.
Yol ne kadar uzunsa o kadar keyiflidir. 
Ne kadar keyifliyse dinlediğiniz müzik, ne kadar ruhunuzu, kaçtığınız şeyleri temsil ediyorsa, o kadar keyiflidir yolculuk..




Bu akşamki şarkılarımı peşpeşe burada belirtsem, ya bileklerinizi kesersiniz, ya da ne bileyim açık camlara falan dadanırsınız, o yüzden hiç afişe etmeyeceğim şarkılarımı, sizi seviyorum elenmeyin sonra..


Fakat beni, kaçmak istediğim yere götürdükleri için hepsine teşekkür ediyorum.


Hakikaten kapıyı açıp kendimi atsam, niye diye sormazlardı bu akşam.
O kadar içimdendi bu yolculuk.. Bitmeseydi, ya da uyumasaydım sonlarına doğru daha güzel olurdu..




Diye diye başaracağıma inanıyorum.
Bu yaz bitmeden bir iki günlüğüne de olsa Yunanistan'a gitmek istiyorum, bak oraya giderken dinleyeceğim bütün "hoppa hoppa" ya da "elami hanimu" şarkıları aynen paylaşırım sizle de, benimle gitmiş kadar olursunuz.


Son bir kaç zamandır aklımdan düşmeyen bir laf var.
"Basıp gideceğim, bir gün basıp gideceğim. Hiç kimse de özlemesin beni.." 
Kendisi karnımın içinde beni yiyip bitiren bir canavara dönüştü..
Ama bu özlemini Ağustos'taki Karadeniz turuna saklıyorum.
Haydi Osman kalplerimiz seninle, ne olur ayarla Karadeniz turunu.. Çünkü gideceğim ve bir daha dönmeyeceğim..
En azından ruhen..
Beni yaylada, dağda, yeşillerde şiir yazarken bir düşünsenize..




Yolculuk şarkılarına geri dönersek,
Uzağa gitmenize gerek yok, işe giderken, okula giderken, hatta 10  dakikalık metro yolculuğunda bile, gıdanızı kulağınızdan eksik etmeyin..
Çünkü anları, hayalleri, kimse yokken, kendinizle başbaşa kalmışken, geri getirebilecek, kendiniz olabileceğiniz, hayal kurabileceğiniz daha güzel bir yol yok..


Müzik olmadan yol yok yani..
Bak içine dönmeceli oldu, sevdim.


Bu arada önceki gün anlattığım çizdiğim resme bakıyorum da, maşallah bir kalça çizmişim kıza, bende öyle kalça yok arkadaş.
Bir de odam mis gibi tiner kokuyor, biraz hayallere daldıysam sebebi odur..


O zaman yalnızca bir tek şarkıyı paylaşacağım bu yolculuktan..
Redd - Nefes Bile Almadan..
http://fizy.com/#s/1ahm2m


Kelebek kadar ömrümüz var..


Haydi iyi geceler,
Sizi seviyorum, üstünüz açık uyumayın..
ÇS*12

'Velev ki', 1

Oncelikle sevgili bloggeri dun aksamki yarim biraktigim manasiz yaziyi kaydetmedigi icin kiniyorum.

Ve akabinde bunu okumanizi engelledigi icin kendisini sizin adiniza tebrik ediyorum.

Telefondan yaziyorum, yabanci karakterlerimin uzerine gelmeyin yani, az bucuk insafli olun.

Dun cok ilginc bir film izledim,
Ve bu film beni belki yazarlarinin hic amaclamadigi bir dusunceye yonlendirdi..

Tabi once filmden bahsedeyim de, konuya fransiz kalmayin..

Filmimizin adi "Let me in" belki izlemissinizdir diye dusunuyorum, vampir filmeri arasinda bilinen bir tanesi oldugunu duymustum.. Sanirim aslen bir kitap, ama yalan olmasin..

Simdi vampir deyince akliniza fantazi crazy murder sahneler ya da vicik civik bir ask gelmesin..

Filmimizin vampiri 12 yasinda bir kiz cocugu..

Zaten diger basrolumuz de ayni yasta tuhaf bir erkek cocugu.. ikisi de kendi iclerinde sorunlular yani.. Aralarindaki tuhaf ve bir o kadar da normal bagi ve kizimizin hikayesini izliyoruz..

Iki cocuk basrole gore cok duragan ve karanlik bi film ama elestriye ya da konunun ayrintisina degil bende uyandirdigi, belki bir baska hikayemin konusu olabilecek dusunceye deginmek istiyorum..


Eger cevrenizde en tehlikeli sey siz olsaydiniz neyden korkardiniz?

Inanin filmin konusuyla hicbir alakasi yok bu fikriyatimin ama yine de geldi aklima iste konusmazsam olmaz..

Dusunun, herkesin kendine gore korkulari var degil mi?
Bunlar her gun karsilasabilecrginiz seyler de olabilir, dogaustu seyler dr olabilir, tamamen ic dunyanizla ya da gelecege yonelik kaygilarla da ilgili olabilir..

Sonucta herkesin bir kabusu vardir..
Ya da dusundugunuzde midenize agrilar sokan bir sey..

Peki en buyuk kabus zaten siz olsaydiniz hayat nasil farkli olurdu?

Bunu hikayelestirirsem, bir karaktere mecazi olarak bir dogaustu durum eklemek istiyorum..

Bu lafi hemen acayim..
Ornegin karakteri vampir olarak lanse ettigimi dusunun, ama aslinda karakter yalnizca sizin benim gibi siradan ancak en az bir vampir kadar tehlikeli olsa..

Aklimdakini cok iyi aciklayabildim mi emin degilim ama konuma geri donersem,
Siz bu karakter olsaydiniz hayatla ilgili ulasacak ya da kaygilanacak neyiniz olurdu?

Farkli bir duygu degil mi?

Spoiler olacak burasi istemeyen atladin.
Filmin sonunda iki cocuk yollarina beraber devam ediyorlar, ailelerinden kacarak yani..
Bu sahne once sacma geldi, iki cocuk nasil yasayabilecekler ki? Dedim, sanirim asil fikrim burada ortaya cikti..
"yahu kiz vampir, cocuk olsalar ne farkeder kiz zaten hayatlarinda karsilasabilecekleri en korkunc ve tehlikeli sey"

Hee, simdi konuyu yakaladiniz bence..


Ben niye boyleyim valla ya..
Sana ne, yaptigin kaygiya bak.

Herneyse, siz bunu bir dusunedurun, ben de Ege'nin tatli esintisinin ve serin ruzgarinin tadini cikarayim..

Belki aksam tekrar yazarim bir seyler..
Bugun tuhaf bir saatte yazmayi sectim - cunku yapacak hicbir seyim yok, hicbir sey ama, guzel bir duygu ama yoruyor.. -
Bakalim bu saatte yazmam okuma oranizi nasil etkileyecek.. Bakalim hangileriniz gececi:)

O zaman sevgiyle kalin ,
Her zamanki gibi opuldunuz de..
CS*12

22 Haziran 2012 Cuma

Havana Nights*

Evet, Küba'ya gitmek isteyen?
Ciddiyim, bavulum hazır, şuan koltukta duruyor.
Şuan, "Hadi" diyenle basıp gideceğim.
Tereddüt etmem.

Bu yazı 15 dakikadan uzun sürerse yazmayacağım.
Neden?

Çünkü şuan iki "tutku"mun çarpışmasına şahit oluyorsunuz.
Avucum kaşınacak derecede çok resim yapmak istiyordum bu gece, nitekim resimde yolumu yarıladım, ve sabaha kadar sürse dahi bitireceğim..
Öte yandan çılgınlar gibi bir an önce size resmimden bahsetmek istiyordum,

Küçücük bir mola, yazma isteğime de yazık diyerek resmi durdurdum ve başlığımı attım.

Kısacası değerinizi bilin.





Ne mi çiziyorum?
Demiştim ya, bachata yapan seksi çiftimi çizmekteyim..

Sanırım bir ilkimi gerçekleştirip bunu odama asacağım..
Çünkü resmen son iki saattir resimle aşk yaşıyorum.



Ne olur, lütfen, bir hobi edinin.
Şuan aldığım keyifi nasıl anlatabilirim inanın bilemiyorum.


Siz hiç resim çizerken dans eden birini gördünüz mü? Az önce odamda olsaydınız neşeli anlar yaşardınız gerçekten de.. İçim içime sığmıyor.. 




2 saattir döne döne tekrar tekrar Dirty Dancing 2 filminin dans sahnelerini izliyorum.. Resmime yaşam katıyor bence.. Ve tabii ki müzikle, siz de baktığınızda benim gibi gerçekten dans eden bir çifti görün istiyorum.
Ama salon dansı değil böyle,
Baya, yanınızda, kumsalda, bahçenizde, partinizde, salonunuzda, müziğin ritmine kapılmış bir çift..
Arkadaşınız, ya da sevgiliniz ve siz.. Adımlarınızın sayısı ya da yanlış olması önemli değil..
Yaşıyor olmak önemli..




Kızın etekleri orkideden olsun istiyorum.
Hem saflık, hem güzellik, hem cazibe versin diye..
Çocuğun üzerine yazlık mavi bir gömlek kondurdum..
Yaz akşamında, denizin dalgalarını anımsatsın diye..

Ve geri kalan her şey ciddiyetten çıkıp modernize olsun istiyorum, günümüzün tüm geçicilikleri, tüm yoğunluğu, şehveti de demeliyim, içinde olsun..

Belki siz bakınca hepsini görmeyeceksiniz ama ben içimdekinin hepsini koyacağım tuvalin üzerine..


Diyorum ya, bir hobi edinin, ruhunuzu zenginleştiren bir şey olsun..
İçinizdeki gerçek sizi, göstermenizi ve bir o kadar da saklamanızı sağlasın..
Ne kadar duygusal olduğunuzu, ne kadar tutkulu olduğunuzu, ne kadar enerjik olduğunuzu, ya da tüm karanlığını içinizin, iyi ve kötü yanlarınızı versin dünyaya..

Onu yaparken, kendiniz olduğunuzu fark edin..

Bu sadece koşmak da olabilir..
Hayalinizde bir yerde kaybolmak da..





Ha bir de hayalgücü demişken..
Sizi zenginleştirir, hayalgücünüzden korkmayın, onu kullanın..
Hayalgücü de bir çeşit enerjidir..
Ve farklı enerjilere dönüştürülebilir.. Bir kere deneyin..

Mesela benim hayalgücüm bu gece Küba'da..
Dans ediyor.. Dinlediği müzikleri hayal bile edemezsiniz. Gördüğü güzellikleri de..
Ve kimlerin kollarından geçtiğini..


Heyecanlanınca şiir düzeninde yazdığımı fark ettiniz mi?
Evet, nihayet bu akşamki halimin bir tanımını buldum, heyecanlıyım.. 
Çiftim tuvalin içerisinden çıkıp oynamaya başlayacakmış gibi..
Ya da ben onların yanına girip oynuyormuşum gibi..





Bir hobi edinin ve her kim size bunun bir zaman kaybı olduğunu söylüyorsa,
Gidip kendini öldürmesini rica edin.




Hayattan keyif alın,
Ben bazen hayatın ne kadar keyifli olduğunu unutuyorum, böyle anlar yüzüme vuruyor tekrar tekrar,
bir bahar yeli gibi ama, hafifçe kışkırtarak hani.. 
Sizi bu akşam her zamankinden daha fazla seviyorum,
Çünkü çok mutluyum, siz de öyle olun istiyorum.. 
Resmim bittiğinde koyacağımı adınız gibi biliyorsunuz, biliyorum..
Koyacağım demiştim, resmimin şimdilik son hali..


İyi geceler,
Küba teklifim hala geçerli, bir telefonunuza bakar..
Bu gece uyanığım..


ÇS*12

21 Haziran 2012 Perşembe

Al Kırdın Kırdın

Oğlum, çok tatlısınız ya.
Nasıl yalaka girdim yazıya değil mi, ama hak ettiniz.
"Aşk Meselesi, 1" yazım blog içi rekor kırmış en yakın okunanı ikiye katlamış.
İçten içe hepiniz nasıl aşk çocuğusunuz he.
Sizi sizi.


Ama hakikaten öyle abartı bir artış olmuş ki, blogger benle kafa bulmuyorsa, bundan sonra paso aşk hakkında yazsam kimse niye diye sormayacak yani.
Tabii öyle bir şey yapmayacağım ama "Aşk Meselesi, 2" çok daha afili olacak, söz veriyorum.
Seviyorum sizi bak.


Bu arada sevgili kuzenim Seza Yeğin'in yazımı tatlı tatlı sayfasında paylaşmasının da etkisi yadsınamaz.
Kendisini buradan kocaman öpüyorum.

Halama yengeme teyzelerime selam işine çevirmeden gecenin konusuna dönüyorum.


Bugünkü konumuz, kırılmak, kırmak, çatur çutur yıkıp geçmek, paramparça savrulmak.

Arkanıza yaslandığınızı görür gibi oldum ama gözleriniz uzaktaki bir anıya takılmadan içli içli şarkılar dinlemeye başlamadan önce, bir de benim söyleyeceklerimi dinleyin derim..


Olmadı yazının sonunda playlist yaparım size, şarkı aramakla geçireceğiniz zamanı yazıyı okuyarak geçirmiş olursunuz. Zaman kaybı sıfıra iner yani. Mühendis olacağım diyorum inanmıyorsunuz sonra, bak her zaman yarara (efficiency) yönelik çalışıyorum. 




Evet, kıranlar kırılanlar..
Hep kırılan taraf olduğunu düşünenler,
kırdıklarını farketmeyenler, kırmaktan keyif alanlar..
Dünyada bir tek kendilerini sevenler..
Onları nereden karıştırdın demeyin, hayatta en çok bilinçsizce insan kıran, kendini seven insanlardır.

Aklımdaki hikayelerden birinde, ki daha temelde sadece konu halinde aklımda yatıyor, şunu sorgulamak istiyorum..

Eğer her zaman "biri" daha çok seviyorsa, "biri" daha çok üzülüyorsa, "biri" geride kalan oluyorsa, "biri" hep kırılan, yine o aynı "biri" hep bekleyen taraf oluyorsa, ve bu "biri"hep siz oluyorsanız, "diğeri" kim?
Kitabın adı "Diğeri'nin Hikayesi" olacak, ilk kez baş karakteri sevmemenizi istiyorum. Önce sevmemenizi, sonra anlamaya çalışmanızı, bazen istemeseniz de hak vermenizi ve sonunda gidişine sevinmenizi istiyorum.
Belki sonra kendi özgün hikayenizle bağdaştırır, kendinizi de mutlu edersiniz diye..

Henüz hikayenin ne bir karakteri ne ana hatları belli, yalnızca konusu var ama yine de iyi bir yere varacağına inanıyorum.. Bir gün yazmayı başarırsam tabi..





Kırmaya, kırılmaya dönecek olursak,
bazen düşününce Lucifer'a hak veriyorum insanlar konusunda. Şimdi şeytan çuvala mı girdi Lucifer nereden çıktı demeyin, olayın cennetten düşen melek olma kısmına değinmek için öyle kullandım. Peki ne konuda hak verdim şeytana, biz insanlar, gerçekten, yeryüzünün en bencil, en şımarık canlılarıyız.

Önüne bakmadan her şeyi deviren dev birer bebek gibiyiz.
Paytak paytak yürüyüp elimizin çarptığı yeri devirip, bir de görmeyip üzerinden geçerek yürüyoruz.
Bu her konuda böyle, taa küresel ısınmaya kadar yolu var, ama ben konumla alakalı olan tarafını ele alacağım.



Herkesin bir kırgınlığı vardır eminim, herkesin kırıldığı bir nokta olmuştur, kırıldığı kişiler, olaylar..
Ama kimse kendi kırıp döktüklerini görmez.
Aslında bu kendi içine dönen bir paradoks gibi.
Kimse kırılmak istemiyor, kimse birbirini kırdığını fark etmiyor, 
Kırdığımızı fark etsek kırılmayacağız da, fark etmedikçe olay başına geri dönüyor.

Şöyle düşünün, bir insanın bir diğerini bilinçli olarak kırması için, hakikaten kötü bir insan olması lazım değil mi?
Peki insanı en çok üzen, en çok sevdikleri değil midir?


Bu sevdiğiniz insanların hepsi kötü insanlar mı?
Tamam bir kaçı gerçekten kötü ve sevilmeyi bile hak etmeyen insanlar olabilir, ama geri kalan kısmı, sizden, bizden..



Bazen düşünüyorum, öyle patadanak söylüyorum ki ne düşündüğümü, kırıcı oluyorum, fakat her ne yaparsanız yapın o anı geriye alamıyorsunuz.
Demek ki madde bir neymiş?
Konuşmadan önce düşünmek lazım.



Herkesin ısrarla unuttuğu şey, madde ikiye gelip konuyor şak diye..
Bir şeyin sizi üzmemesi demek kimseyi üzmeyeceği anlamına gelmez,

Bir şeyi siz umursamıyorsunuz diye, kimse umursamayacak diye bir şey yok,
Bir şey sizi rahatsız etmiyor olabilir, ama başkasını rahatsız edebilir.


Madde üç,
Başkası size yapınca hüngür şakır ağladığınız şeyleri, siz başkasına yapıp da umursamıyorsanız bile
Siz de kötü kalpliler kategorisindesiniz demektir.


Madde dört,
Karşınızdaki insanı seviyorsanız, onu kırmamak için çaba göstermeniz bile yeterlidir,
isterseniz dünyanın en kaba en fütursuz en vurdumduymaz insanı olun, özen göstermeniz her şeyi değiştirebilir.


Madde beş, 
"Bile bile" yapmayın,
kıracağınızı görüyorsanız, kırmayın yani, 
o da bir Allah'ın kulu bak, sana yapsa aynını üzülmez misin?

Kısacası Madde altı,
EMPATİ KUR ARTIK DAHA KAÇ FARKLI KİŞİ SANA BUNU SÖYLEYECEK.



Büyük harfle yazdım ki gerilin.,


Ve son olarak..
Madde yedi,
Dünya o kadar büyük ki, gerçekten en önemli parçasının sen olması olasılığı milyonda bir bile değil, kendine bu kadar bayılma (bu kendini beğenenlere özel not herkes alınmasın bu kısmı), sen mutlu olacaksın diye herkes mutsuz olmamalı yani..






He hala mı kırıyorlar seni,
Allah da onların belasını versin yani ne diyeyim, oh söyledim rahatladım.




Cam kırılır tamir edersin,
Kol kırılır yerine takarlar,
Ama kalp kırılır düzelmez ki arkadaş.
Bak aynı bunun İngilizcesi şarkı vardı unuttum şimdi neydi.


Bugün önce bir özeleştiri yapayım dedim, kırılsak da, hatta çok kırılsak da önce bir kendimize dönüp bakalım dedim.. Ama bir gün de kıranlara öyle bir saydıracağım ki.. Sayfamı kapatacaklar..
Yani "kıranlar" yırttık sanmasınlar..




Kim demiş kalbimi senin eline verdim diye,
Çatır çatır kırabileceğini?




Bu arada konuyla ilgili tüm resimler ya çok emo ya inanılmaz kitsch'ti, sonra bunu buldum çok güldüm nedense. "Afataaaaaaaaa" batırması olmuş.

O zaman ben de bugüne dek bir şekilde kırdığım herkesten özür dileyeyim de konu tatlıya bağlansın..



Negatif aktivitelere harcayacağınız zamanı sevgiye pozitifliğe harcasanız, şu dünyada var ya tek bir tane sorun kalmayacak..
Ama insan oğlu, çamurdan yapılmış..


Playlist sözü vermiştim, ikili ilişkilerin derinine inemedim, göndermeden saymasınlar diye, ama yine de içlenmek için..


Sertab Erener - Unutursun
Sertab Erener - Yalnızlık Senfonisi
Sertab Erener - Yolun Başı


Üç Sertab verdim, daha ne yapayım, bak kurgulu üç şarkı ama tam kırılanlara göre,
İlkinde unutursun yana yana diyor, ikincide duruma alışmış, yalnızım tribinde ama, üçüncüde yeni başlangıç teması var, resimlerini duvardan kaldır artık diyor..


Camları açık bırakın kokusu uçsun gitsin tatlım.


Ben sizi seviyorum ama,
İyi geceler..
ÇS*12