31 Temmuz 2012 Salı

Sakız*


Bu akşam, kişisel ruhiyatımdan ötürü sizin de kafanızı karıştırmak amacıyla, size en kapalı en karışık şiirlerimden birini ödev veriyorum, bakalım ne anlam çıkaracaksınız, ya da kendinize bir anlam çıkarabilecek misiniz,
diyeceğim o ki, şair burada kime sesleniyor?

Şimdiden kafa karışıklığı için özür dilerim,

Öptüm,
İyi geceler..
Herhangi bir şey anlarsanız paylaşmanız için..
http://www.formspring.me/saricic




"Sakız"


Çünkü öyle.
Hani belki sorarsın diye baştan söyleyeyim dedim.


Üzerime gelinmesinin bir anlamı olsaydı
En başta kendi kendimin üzerine gelmezdim zaten.


Bir şey anlamanı beklemiyorum
Çoğunlukla sesimi duyurma çabam var
En çok öyle zamanlarda kendimi dilsizmiş gibi hissediyorum zaten.
Çünkü bak, mutluyken ben zaten dilsizim.
'Zaten'
Zaten ne?
Bir anlamı yok işte tek başına.


Şey'in de bir anlamı yok mesela,
Şimdi de'yi niye ayrı yazdım?
Çünkü öyle,
Soru sorsam bak mu'yu da ayrı yazardım,
Misal,
Unuttun 'mu' beni?
Ama sormuyorum, neden mu'yu ayırayım şimdi yok yere değil mi?
Bak mi'yi ayırdım ama
Neden?
Çünkü öyle.


Anlamlı bir cevabın olsaydı
Kabul ederdim,
Aklımda ben,
Bir çeşit kartım,
Birbirine aynı iki yüzüm var
Tek fark, biri tamam 
Biri devam der,
Anlamlı bir cevabın olsa,
Tamam, derdim.
Yüzüm istemese de devam'a dönüyor
Bu şartlar altında,
Bana güzel bir cevapla gel.
Şey gibi olsun mesela, 'gibi'
Benzetme yap,
Ne yaptığını anlatamıyorsan en güzeli benzetmektir.
Çünkü benim kafam, görsel çalışır.
Oh! Nihayet anladın
Neden anıların beni bu kadar rahatsız ettiğini,
Ne ..sın değil mi,
Bak şimdi keşke hakaret etseydim,
Şimdi boşluğu nasıl hakaretlerle dolduracaksın,
Öyle ki, en çok kendini üzmen,
Beni üzer.
Bak, ki'yi de ayrı yazdım.


Seni üzmek ne haddime!
Beni üzmek en son istediğin şey!
Nasıl yalan!


En kötüsü de düşüncelerimin hiçbirinden haberinin olmaması
Daha doğrusu tahminlerinin, gerçeklerle hiç örtüşmemesi.


Saat 2'ydi.
Senden haber alsam yemin ediyorum güneş doğardı.
Çünkü öyle hissettim,
Ya da ben güneş doğan bir cama bakıyor olurdum.
Onun yerine rahatsız metal bir yatakta,
Çok az aralık bir perdeden,
Dışarıdaki karanlık bahçeye bakıyorum
Gerçekten,
Ve bir seri katil, ne zaman gelip
Tüm bu acılarıma son verecek diye düşünüyorum.
Yok düşünmüyorum, düşlüyorum ki
Bu her zaman daha kötüdür.


Saat 3 oldu,
Çoğunlukla her şey çok saçma geliyor,
Tam da şu an,
Şey'i ayrı yazmak gibi mesela.
Ne saçma değil mi?
Bu neyin kafası onu ben de çözemedim
Ama
Bak de'ye,
O niye ayrı, arkadaş,
Bu saatte neye takılınır ki başka.
Ben sana niye arkadaş dedim,
Bak işte buna takılınır.


Kimseye seni anlatmıyorum,
Herkese seni anlatıyorum
Sanki hiç bilmiyormuşum gibi,
En çok da kendime anlatıyorum.


Sakız gibi yapıştın ağzıma
Üstelik, tadın tuzun da kalmadı.


Sen gör diye yazmadım,
Sen anla diye yazmadım,
-ki bak o bambaşka bir bilim dalı,
üzerinde bir buçuk yıl daha kaybetmeyeceğim-
Hani ben üzülüyorum ya,
Ben de, herkes üzülsün diye
'De'yi ayrı yazdım,
'Mu'yu ayrı yazdım,
'Ki'yi ayrı yazdım,
'Şey'i ayrı yazdım, bak,
'Ben'i de 'sen'den ayrı yazdım.


Ben buradayım
Sen bir alt satırımdasın.


Kim demiş?
Sen buyurmuşsun paşam.


Demessin ama hani,
Şimdi nasılsın desen,
Ben de 'de' gibiyim
Tek başıma bir anlamım yok.
Ben de 'şey' gibiyim
Tek başıma her anlamdayım.


Şimdi çık işin içinden.
Ya da çıkma hep orada kal.
Herkes rahatsız olmaktan memnun olduğumu düşlüyor.


ÇS*12

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Saygı Meselesi, 1 ve son..

Bu akşam size o kadar çok şey yazacağım ki, 
Laflarım size olmasa bile zaman zaman kalbiniz kırılacak, zaman zaman kırgınlıklarınızı hatırlayıp üzüleceksiniz, ya da pişman olacaksınız belki, aynısını siz de başkalarına yaptığınız için.


Ya da, hiçbir şey yazmayacağım, 
Bomboş bir sayfa bırakacağım ki size,
Siz kendi kızgınlıklarınızı, kırgınlıklarınızı,
Ya da kırdıklarınızı, darmadağın ettiklerinizi gözünüzün önünden sessizce geçirin diye.






Dünyada bir çok şeyi anlamıyorum, anlayamıyoruz.
Bu çok normal, her şeyi anlayabilseydik zaten bu dünyaya ait olmazdık.


İnsan ilişkileri de buna dahil.


Konumu kızıştırmadan kısa bir dipnot düşmek istiyorum,
Şu ilhama var ya gıcık oluyorum, ya  kızgınken dili açılıyor, ya aşıkken.
Şuan hangisi dilini açtı tam kestiremiyorum ama.




İnsan ilişkileri,
Tüm insan ilişkilerinin temelinde saygı yatar.
Yatmak zorundadır, yatmıyorsa da bir şekilde tutup kolundan yatırmanız gerekir.


Neden?
Çünkü bizi diğer bütün hayvanat ve canlılardan ayıran özelliğimiz olan "düşünmek" bizi saygıya değer bir canlı kılar.


En nihayetinde, biz ruhu olan canlılarız,
Bizim canımız acır,
Bir üzülürüz, 
Bizim duygularımız var,
Ama diğer canlıların aksine, bizim bu duyguları algılayabilme ve yorumlayabilme yeteneğimiz de var.
Bu da bize,  diğer tüm canlılara karşı sorumlu olma zorunluluğu katıyor.


Çünkü hareketlerimizi bilinçli olarak yapıyoruz.


Bu saygı duyulacak bir durum, tabii saygı gösterilecek davranışlar gösterdiğinizde.


Saygıyı bir başka oluşturan kavram da sevgidir,
Sevginin olduğu yerde saygı olmak zorundadır,
Ki sevmediğiniz insana da saygı duymalısınız ama işin içine sevgi girdi mi, yapacağınız her türlü saygısızlık bir değil bin acıtır. 


İnsanların, birbirlerinde belirli bir hoşgörü kotaları vardır.
Bu kota, kişiye olan sevginiz doğrultusunda büyür. 
Bir çeşit imtiyaz diyelim,
Onun hareketlerine, sizi kırıcı da olsa, size saygısızlık da olsa belirli ölçülerde izin verirsiniz.
Bu ne kadar doğrudur, tabii ki birbirini "kullanmak" boyutuna geçmediği sürece..


Siz bu kotayı sınırlarına kadar zorlarsınız,
Hatta belki kanatırsınız,
Hiçbir çıkarınız hiçbir beklentiniz olmadığı halde kotanızın dolup taşmasını sakinlikle seyredersiniz,
Hele benim gibi, ne yazık ki, doğuştan sabırlı bir insansanız bu süreç, bilinçaltınızın kabullenemeyeceği boyutlarda uzar, gider.


Fakat bir yerden sonra bir kabullenmişlik geliyor,
Bir şekilde aklınızın arkasında kuytu bir köşeye atıyorsunuz duygularınızı, hani benden uzak Allah'a yakın dercesine, bunu kendinize yaptığınız bir iyilik sansanız da, aslında bundan daha büyük bir kötülük yoktur, kişinin kendine yapabileceği.


Kanayan kolu kesip atmayı bilmeli.




Çünkü siz ne kadar o iyileşti artık hayatınızı etkilemiyor, zorlamıyor sansanız da, o illa gider bir yerden bir mikrop kapar. 
Çünkü zaten baştan adam akıllı bir kol olsaydı, kendini kanatmaz yaralamaz, uslu uslu sol yanınızda sizinle dolaşırdı, ama o hoşgörü, o saygı, o sevgi kotanız, sizi ondan ümidi kesmeyip, kullanmasam da bir şekilde yanımda dolaşsın dedirtir.


Ne yazık ki.




Fakat sonra bir bakmışsınız,
Sizin verdiğiniz emeklerin, ona saygı duymanızın, hiçbir çıkarınız olmadan gösterdiğiniz iyi niyetin,
Hiçbir önemi yokmuş.


Zaman kaybı.

Üstelik, size bunun zaman kaybı olduğunu belirten bir milyon adama da kulak astığınız için,

Şimdi her biri size tek tek, ben demiştim dese, ağzınızı açıp söyleyebileceğiniz tek bir laf yok.


Ve daha kötüsü, kendi içinizde bir yer de bir başka yerinize "Ben demiştim." lafını çoktan yapıştırdı bile.




Kimseyi önemsemeyin demiyorum,
Biri size saygı göstermiyor diye siz de ona bilinçli olarak saygısızlık edin demiyorum.
İnsanları sevmeyin değer vermeyin gibi şeyleri söyleyebilecek son insanım zaten ama,


Şu hoşgörü kotanız var ya,
Rica ediyorum, onu aptallık kotanızla karıştırmayın, birbirine dahil etmeyin.


Çünkü bu durum size ya da herhangi birine çıkar sağlamak bir yana dursun,
Hiç incinmemişsiniz gibi sizi ekstradan incitmekten başka hiçbir işe yaramıyor.




Buradan sonra bir kaç satır boş bırakacağım, çünkü buraya kadarki kısmı yaklaşık 5 dakikada aralıksız yazdım, parmaklarım yoruldu.
Tabii bir de, bir es vereyim de üzerine düşünün biraz, şu sayfadan ayrılmadan en azından..


















Bu akşam biraz ortamı gerdim farkındayım, ama bende bir rahatlama oldu ki sormayın.
Yarın akşam daha neşeli şeylerden bahsederim, güldürürüm sizi, çünkü hayat güzel..
Bazen küçük sürprizler yapıyor, daha da güzelleşiyor hatta..




Şimdilik öpüldünüz..
Belki sonra tekrar uğrar birer öpücük daha kondururum yanaklarınıza..
ÇS*12

29 Temmuz 2012 Pazar

Mucize, Bir Mucize..


Sırf fantazi olsun diye size bunu tam denizin orta yerinden yazıyorum.
Tabii gönül isterdi ki bu deniz, ne bileyim bir Atlantik okyanusu, bir Büyük Okyanus, ya da en azından Akdeniz olsun ama, şimdilik Marmara'yla da idare edebilirsiniz bence. 


O kadar atıp tuttum, gidiyorum bak dedim, telaş yarattım,
32 saat içinde tıpış tıpış döndüm, farkındayım.
Ne yapayım, kaos yaratmayı, beklenti yaratmayı seviyorum.


Ve her zamanki gibi siz aynı 32 saat içerisinde ne yaptınız çok merak ediyorum.
Keşke eş zamanlı bir kaç hayat yaşayabilsem..


Ha bir de içimdeki şu şapşal merakı bir ara biri alıp uzak diyarlara götürse,
Orada bıraksa,
Yolunu da kaybettirse, sevineceğim.


Bu kafaya da yazık yani,
Aynı anda 24bin farklı şeyi merak etmekten, iki rekat dinlenemiyor.


Şöyle ilginç bir beklentiye girdim,
Şuanki, dünya üzerinde konumum, öyle bir noktada ki,
Küçük bir dalgaya ihtiyacım var,
Tabii bunu denizin üzerindeyken söylemem de ayrı bir tatlı oldu.


Hişşt, gerçek anlamda söylemedim, sevgili Marmara, sen alınma yavrum.


Benim gerçek anlamda olmayan, daha derinden, daha mecazi bir dalgaya ihtiyacım var.


Ne bileyim, sıcak hava dalgası gibi.


Hayır tabii ki, sıcak hava dalgası da değil, nasıl anlatsam, bir şeyler var, hayat gidiyor, hafiften tekdüze, hafiften keyifli, biri işaret parmağını, başparmağıyla çekip tık diye vurdursun istiyorum, bir çeşit kapağa, ve her şey yerine otursun.


Çok şey mi istiyorum.


Yok ya, benim sadece tatile çıkmam lazım bence.
Haydi hepimiz kalkıp gidelim.




Önümde bir çift var,
Biraz daha sarılışırlarsa, ben de öyle bir sarılıştırıcam ki, ayrılamayacaklar daha da.


Biraz kıskançlık gibi durdu ama, görseniz, iticilikten ölecekler.
Bazı insanlar zaten itici oluyor, bunlar birer itici çift bulunca, iticilik katsayıları artıyor.


Yok, çocuk yakışıklı değil.
Hiç benim tarafımı tutmayın zaten.


O değil de, 
Geliş yolunda deniz otobüsünde bunun 4te biri kadar insan vardı.
Şuncacık İstanbul'da kaç kişi yaşıyoruz anlamıyorum ki.




Tamam şuan karar verdim,
Hepimizin ihtiyacı olan şey,
Hayatlarımızın yola girmesi, sevgiyi bulmamız,
Ya da başarıyı, her ne istiyorsanız,
Tatile çıkmanız için, 
Hiç beklemediğiniz tatlı şeylerin olması için,
Tam şuan, 


Venüs, Merkür ve Saturn, aynı hizaya gelsinler.




Ne oldu beklediğiniz gibi bir şey çıkmadı.
Ama evet konumuz mucizeler..


Şimdi diyeceksiniz ki, kırk saat konuştun konuya yeni mi giriyorsun,
Aslında deminden beri kıtır atıyorum da siz yakalayamamışsınız.


O kadar tasvir ettim yani,
Yok işaret parmağını başparmağınla çektir falan,
Ne o, bir mucize işte.


Her zaman için mucizelere inanan biri oldum,
Her zaman da mucizeler hep en inanmadığım anlarda geldi.


Yani mucizenin gelmesini beklemeyin, beklemeyince geliyor kerata.


Bak bazı rastlantılar var mesela,
İnsanın ödünü koparanlar da oluyor, bilmem size yakın zamanda denk geldi mi,
Benim geçen akşam çok bereketliydi mesela, ayrıntıya girmiyorum ama,
Siz mucizelere olan inancınızı kaybetmeyin.
Onu derim ben..


Tabii mucize oturup beklemek değildir,
Mucize dediğin, sıkıcı hayatına düşen simdir. 


Hatta bence mucizeler bizden çok Tanrı'yı eğlendiriyor. 
Oyuncağınızın yaptığınız oyundan hoşlandığını düşünün.


Bir tane şiirim vardı,
Tanrıyı balkondan aşağı oyuncaklarını atan bir çocuk olarak betimliyordum,
Tatlı bir şeydi, bir ara size okumalıyım.


Okumak mı?
Bu dünyada yapacağım son şey, okutmak desem daha doğru olur. 


Mesela,
Bu akşam hiç beklemediğimiz bir şey olsun.
Ayın voltran köşesinde Ayşegül'ü sevdiğime kavuşturuyoruz,
Tadında bir şeyler yazmak için nasıl çırpınıyorum bilemezsiniz ama,
Ben bilmesem de, hiç söylemeseniz de, hayatınızda güzel şeyler olsun istiyorum.
Ne bileyim, mutluluk dediğin
Bir dalgadır,
Yine geldik dalgalara, 
Yayılır ve elbet sizi de bulur, odağında her kim olursa olsun,
Çevresindeki herkesi kendi gibi mutlu eder, hatta büyüyerek gider.


O yüzden, şimdi 3 saniyeliğine gözünüzü yumun,
Bir dilek dileyin,
Gerçekleşmesi önemli değil, ama okuyan 15 kişiden birininkinin gerçekleşmesi olasılığını düşünmek sizi mutlu etsin.




Sanırım o 15 kişiden biri ben oldum bu akşam.
Beklemedim diye geldi, sizi de, sizle yalnızca düşüncesel olarak, telepatik olarak voltran kurmayı da seviyorum.


İyi geceler,
Hepinizi öptüm bu gece, 
Hem de Allah ne verdiyse.


Mucizelere inanmamak mümkün mü?
ÇS*12

27 Temmuz 2012 Cuma

Güneşle Oynaşma, Rüzgarla Öpüşme, Nereye Gidiyor Bu Yazı?

Olimpiyatların açılışında Arctic Monkeys'im şarkı söyleyecekmiş,
Daha ne isterim evrenden, elimde büyüdü keratalar.
Bkz. Anaç İçgüdü.


Bir de Temel İçgüdü var ama ona girmeyeceğim.
O Sharon, ben Çiçek.




Bu arada blogger çılgınlar gibi boşluk bırakarak gösteriyor yazılarımı, bu konuda bir suçum yok, yazıları uzun görüp, "şu entera kendi malınmış gibi bol basma" demeyin yani.


Bu akşam sarılmaktan bahsedeyim mi size?

Yaz akşamı, çiçekler açıyor, yapma ne olur dersiniz diye düşünüyorum ama,
Ne yapayım, bir sevgim geldi, bir sevesim geldi,
Size uçan kelebeklerden bahsedeyim istiyorum.

Bir şey söyleyeceğim,
Sevginiz varsa, sevginizi gösterin arkadaşım.
Yani, kendine saklayınca,
Ne senin eline bir şey geçiyor, 
Ne karşındakinin eline bir şey geçiyor,
Ne  de dünya bu durumdan etkilenebiliyor..

Oysa azcık paylaşımcı olmayı bir öğrenebilseniz, 
Sevginiz konusunda, 
İddia ediyorum, güneş bile bir tek sizin için doğuyor gibi olacak.

Güneşle oynaşın.

Lafımı toparlamak için daha yarım saatim varmış, rahatladım.
Açılışı izleyeceğim de. Siz de izleyin, afili oluyor.

Güneşle oynaşmaya dönelim, tam heyecanı verdim lafı kıvırdım her zamanki gibi bir köşesinden..

Güneş, 
Tüm hayatı senle benle, çiçekle böcekle, Dünya'yla Mars'la, evrenle yıldızlarla oynaşmakla geçiyor farkında mısınız?
Oh, bu ne dünya kardeşim.
Etrafında dönen dönene,
Bu hesapla izninizle bu akşam Güneş'i en cilvelisinden bir hatun ilan ediyorum.

Güneş'in cinsiyeti olur mu,
Yaptım oldu.

Ama kendisini her geçen gün daha çok yaktığı için kınıyorum.
Tamam güzelsin, ama her bir hücrem, tek tek, varlığını hissetmek zorunda değil.
Ben rüzgarı da seviyorum..

O da çok yakışıklı "yağız" bir delikanlı.

Bir düşünün,
Bir geçiyor, ya aklınızı başınızdan alıyor, ya içinizi ferahlatıyor,
En güzel kokuları getiriyor burnunuza,
Aşık olmanızın tek sebebi hatta,
Her geçişi aklınızı karıştırıyor,
Ama sonuçta geçip gidiyor..
Kesin bir erkek, rüzgar..

Rüzgar, öpüp kaçar bir de.



Yine ne kaçtı benim içime akşam akşam, kuşlara kelebeklere sardım.
Sanırım, yarın 5 günlük sınav maratonum bitiyor diye bu neşe,
İyi kötü, geçti çok şükür.


Hani nerede voltranlarınız, dua ettiniz mi anlayacağım bir haftaya,
Bakalım o zaman da çiçeklerden kelebeklerden bahsedecek miyim üçkağıtçılar.

Bahsederim ben yine,
İçim ferah benim,
Bazen.

Sarılmak diyordum, 
Şimdi size güzel güzel anlatırım  tüm duygu akışını,
Sonra kapıya televizyona sarılırsınız akşam akşam, size de yazık,
Yok yapmayacağım bunu..

Kendi yanağınızdan makas alabilirsiniz ama..

Ben artık denize girmek istiyorum ya,
Siz de istiyor musunuz?
Hadi kalkın hep beraber Enez'e gidelim, iki hafta önce çok sıcaktı denizi.
Özledim.
Soğuğunu da özledim ya..

Halinizi hatrınızı da soramadım bu akşam,
Ama çok sıcak kafamı toplayamıyorum,
Bir kaçtır günün anlam ve önemini de belirtmiyorum,
Tek bir konudan da bahsetmiyorum farkındayım, 
Yarın iki gün kafa iznine giriyorum, izninizle..

Dönüşüm muhteşem olacak.


Dönüşte, öyle şeylerden bahsedeceğim ki
Ya yanaklarınız kızaracak,
Ya gözleriniz yaşaracak,
Ya tek bir duygu bile hissetmeyeceksiniz ki, bu gerçek kızgınlıktır,
Ya da sadece, ya bu kız nereden girdi hayatıma, gece gece boş boş güldürdü diyeceksiniz.

İddialı çıkışların bir sonu olmalı değil mi?

O zaman bu akşam da sevgiyle kalın.
Sevin diyorum işte, içinizde kalmasın diye,
İyi geceler tatlılar..

Öpüldünüz, çift yanaktan.
ÇS*12



25 Temmuz 2012 Çarşamba

Bana Evrenin Bir Oyunu Bu..

Bu facebook samimiyeti ilerletti, benimle senli benli konuşmaya başladı.
"İstediğin sayfayı şuanda açamıyorum yavrum, bir dolaş gel."
Baya bu tatta.. Her neyse..




Bak ben normalde tarihleri unutmam,
Hele önemli günleri hiç..


Ama bu sefer aklıma takıldı,
Ya 24üydü, ya 26sı ya 27si..
Neden hatırlamıyorum acaba, hem de çok önemli bir günü..
Üzülmeyeyim diye aklım format mı attı anıların bu kısmına?


Öyle yaptıysa alnından öperim bak.


Açıp takvime baksam hatırlarım.. Ama istemiyorum..
Bir de bambaşka bir takvim vardı, çok emek vermiştim.. Kimbilir nerededir şimdi..




Üstü kapalı konuşmalar yeter bu kadar,
Ama sizin de bir kafanızı karıştırdım bence gece gece, iyi oldu.


Bu arada gün 26'ymış.
Bir hafta hatırlama hatırlama, tam gününde hatırla, oldu mu şimdi küçük kafacığım.
Ne kadar gıcıksın.




Diyorum ben, hep kendi kendimi baltalıyorum diye.
Bir de insanlara hiç es vermiyorum ki, onlar da kendi istekleriyle bir şeyler hatırlasınlar.


Şimdi buraya kadarki kısımdan ne çıkardınız?
Sevgili anlatıcınızın bu akşam dinlenilmeye, dertleşmeye ihtiyacı var..




Fakat hayat da bana bir es vermiyor ki,
Sınavdan başımı kaldırıp, size sayfalar dolusu bir iç dökeyim, rahatlayayım..


Gerçi sayfalar dolusu bir şey yazsam buraya koymam, hem size yazık, hem cevap gelmeyince sinirlenirim ben yahu.


O zaman, hayal kırıklıklarından bahsedeyim bu akşam.
Ya da hayal kuranlara öneriler, mesela..


1) Hayal kurmayın.


Evet, konumuz bitti.




Aynı konuşmayı bir kere daha mı yazmıştım, yoksa kafamda mı kurdum onu?


Şakası bir yana, hayal kurun tabii de, hayal kırıklığı kısmı işin, acı verici, zor..


Bir de bir kaç gündür,
"Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasa"ya taktım,
Bununla ilgili, hatta bunu direk başlık yaparak bir yazı koyacağım, büyük ihtimalle cumartesi akşamı..
Şu sınavlar bir bitsin de, aklımı toplayayım yeniden.


Ee, bana voltran yapıyor musunuz bakayım?
O derslerden birinden kalırsam tek tek kapınıza dayanır ramazan davulcusu gibi para toplarım.
O parayla da tatile çıkarım.
Ona göre.


Aslında fena fikir değilmiş.


Hatta, aslında ramazan davulcusu mu olsam?
Adam bugün akşam 7de para topluyordu.
Ne malum gece üçte çalanın o olduğu?
Açıp pencereden mi baktık tipine?


Bak bir kalktığımda camı açıp bakacağım, çünkü akşam 7de gelen adamın suratını iyice belledim, öldürücü bakışlarımı atarken.. Tanırım, acımam.
Adam gece iki tur geçiyor yahu, hani, kalkmayacak olan biri varsa da uyansın, gece üçte uyunur mu yahu?
Gibisinden..




Hayal kurmaya dönelim..
Bir hayalim var,
Hayatta söylemem buradan, yarın büyük ihtimal kesinleşecek, belki o zaman söylerim.
Söylemeyeceksem neden bu konuyu açtım, merak edin azıcık diye.
Bir de sıcak havalar psikolojimi çok fena bozdu.




Evet, bence hayal kırıklıklarının bir numaralı tedavisi,
Sıcak havalar.
Bir çıkın oturun balkonda on dakika,
Saat tam 12de ama,
Bak hiç derdiniz sıkıntınız kalıyor mu,
Buharlaşmaktan başka..


Mesela benim şuan sırtımda tam kestiremediğim bir bölge,
Süblimleşti diye düşünüyorum.




Bazen hayat, sadece sizin kafanız dağılsın diye, çok tatlı dengeler kuruyor..
Bu hafta benim için tamamen evrenin bir dengesi, 
Elimden aldıklarını unutturmak için, bana başka oyuncaklar verdi bu hafta..
Ve başardı, hayatımın en önemli günlerinden birini hatırlamak için, takvime bakmak zorunda bıraktı beni..


Ki kendim doğal yollardan hatırlasam, daha dertli olurdum bu gece,
Oysa şimdi anca sıcaktan yakınabiliyorum.


Çok derinlerde bir yerde,
Kanayan ufak bir yara var ama..
Hala..






Gönül ister ki, şimdi de siz anlatın biraz, ne hayalkırıklıklarınız oldu,
Neler yaşadınız bu hafta,
Ama olmuyor be gülüm,
Gülüm kelimesini de hiç kullanmam ama, be yazınca ardından yazmazsan dayak atıyorlarmış diye duydum.


Bir de her girdiğim bütünleme için 5 lira alsam, zengin olurdum.


Haydi size iyi geceler tatlılar,
Bu gece rüyanızda, en güzel hayalinizi görün..
Sabah yine kollarınız boş uyanınca üzülmeyin ama, 
Bir ara gelin sarılışırız..


Öptüm
ÇS*12

22 Temmuz 2012 Pazar

Dest-i Vasiyet..

Havanın sıcaklığından olsa gerek,
Bu akşam böyle kimin eli kimin belinde yılışıklığında bir yazı yazmak istiyorum.


Nasıl saçma isteklerim olabiliyor değil mi?
Ama çok sıcak.



Yazıdan önce,
Bak ben bunu en az 24 kere daha izlerim bu akşam, siz de kısacık da olsa bir tadına bakın.
http://www.youtube.com/watch?v=ZfsoqoepjOY
Çocuk (kırmızılı) tam "badass" değil mi ya?
Sabahtan çıkar çimliğe, aç suları akşama kadar oynasın kerata.



Ya da düğünde halay çekebilir mesela,
Garsonlar hortumla su atarsa ama.
Fanteziye koş.


Bu arada dünya üzerinde bu seriyi (Step Up, 1-2-3), bir tek ben izliyorum sanıyordum.
En yakın arkadaşlarımdan biri de seviyormuş, sevinçliyim kendisini öpüyorum.




Sabah altyazılarda gördüm,
Microsoft tarihinde ilk kez bu ay zarar etmiş.
Neden acaba, kimin bedduası tuttu acaba..


Kafanıza gözünüze dikkat edin beni kızdıranlar diyorum, daha da bir şey demiyorum.




Ben sürekli kendini baltalayan bir insanım ya,
Bak bunu siz de böyle olmayın diye söylüyorum.


Öyle ki, 
yazdığım çizdiğim şeyler bile bir süre sonra görüp tekrar üzüleyim diye kurgulanmış.


Kim melankoliyi sevmez ki gerçi?


Sanırım kendimizi önemli hissetmemizi sağlıyor.
Halbuki aslında baştaki amacı tam tersi değil mi?


Konu birden üzülmenizden çıkıyor,
Dünyada bir tek ben varım, ve şuan ben üzgünüm'e getiriyor.


Şuan ben üzgünüm ve mümkünse hiçbiriniz bulaşmayın tadını çıkaracağım.
Melankolinin açılımı bu.

Yok yahu, bu akşam melankolik değilim, hatta iğrenç sıcağa rağmen neşeli olduğum bile söylenebilir.
Konunun belirmesiyse, Microsoft office'i tamamen silmem sonucunda tuhaf kişiliksiz semboller edinen yazılarımın bir ikisini açıp göz atmam..


Bazen yazdığım şeyleri bir süre sonra okuduğumda,
"Bunu ben mi yazmışım?!" diyorum.
Bu çılgınlar gibi kendini övmek anlamında almayın hemen, deliler..
Daha çok, hatırlamıyorum arkadaş yazdığım şeyleri, balık hafızalı mıyım neyim..


Zaten o yüzden bir şiiri bir iki ay sonra açıp tekrar okuyunca daha çok koyuyor.
Yazarken çok üzülmüyorum,
Sonradan okuyunca, "ya bak böyle de bir hissim vardı" oluyor insan.


Hatırlamak kötü şey.




Bu arada geçen seneden kalma bir Magnum Temptation yiyorum şuan,
Yarına sağ çıkmazsam blogumu kime emanet edeceğim karar veremedim.


Oğlum, benim vasiyetim de çok dramatik olur bak.


Düşünün torun torba toplanmış, çocuklarımdan biri açıyor vasiyeti,
Bakalım bizim hatun kime ne bırakmış diye,
E çocuklar benim olduğundan azcık para meraklısı olucaklar tabi, 
Para meraklısı demeyelim de, küçük çocuk olmanın verdiği bir biriktirme istifleme içgüdüsü diyelim..


Açıyorlar vasiyeti,
Önce içinden romantik bir şey düşmeli,
Kurutulmuş bir çiçek falan olabilir mesela, hem adıma gönderme..


"Evlatlarım.."


Buraya kadar her şey normal gibi,
Farkındaysanız yalnızca ilk kelimeyi verip buraya kadar normal dedim nitekim evlatlarımdan sonrası paso dram, paso şiir, seyirciye oynayan bir yazı olur..
Arada ufak şakalar, öbür dünya göndermeleri falan,
Ağlatarken güldürürüm, güldürürken düşündürürüm..


"Ee anane sadede gel diyen hangi torunumsa ona bıraktığım her şeyi iptal edin." gibi şakacı tavırlar olur mutlaka..


Bak bunlar benim torun torba temsili.
Çocukların hepsini arka bahçenize gömebilirsiniz sorun olmaz.
Kocam da Alman göçmeni falanmış herhalde.
Ya da torunlar sütçüden?


Ya bu arada ben bu hayatın hepsini bir arada yaşamak istiyorum.
Öyle bir seçenek yok mu acaba, bir tuş.
Şimdi basayım, bakalım 50 yıl sonra ne olmuş, evlenmiş miyim torun torba var mı,
Sonra geri döneyim bugünü yaşayayım,
Sonra 30lara bir gideyim hayattan hırsımı çıkarayım,
Sonra tekrardan 6 yaşında olayım, okul hayatına düşmeden önceki altın yıl..


Çünkü yarını merak etmekten bugüne hiç konsantre olamıyorum ben.
Ne olur sonunu görsem ona göre yaşasam..


Bak 21 yılını harcadım önümüzdeki 15-20 yılı düşünerek..
Ne olurdu filmin sonunda ne olacağını görsem de ona göre izlesem..


Bak ben bir film izlerken de sonunu bilsem bile merakla izlerim, oraya nasıl varacak diye..
Söz hayatım için de aynısını yaparım..




Bak Japonlar, o iki kişi sözüm size, bu teknolojisi geliştirin canlarım.
İkinizi de öperim bak.




Vasiyete dönersem,
Bizim ailenin kadınlarının ortalama ömrü 80-90 yıl.
Yani sevineyim mi üzüleyim mi nasıl çelişkide kalıyorum.


Daha yaşayacak 60-70 yılım var ya, öh.
Resmen evleneceğim kişinin genetik haritasına falan bakmalıyım evet demeden önce,
Mazallah 40ta 50de gideceği tutarsa 50 yıl yalnız sıkıntıdan patlarım ben.


Şakası bir yana, mümkünse hepiniz çok yaşayın ya..


Ölüm Allah'ın emri
Ayrılık olmasa,


Demiş şair, çoğu zaman çok hak da veriyorum ama,
İkisi de olmasın.


Her neyse, bu karanlık konulara nereden geldik yahu.




Hiçbir iş bulamazsam şu Güzin Abla köşesini devralayım mı?
Çok iş yaparım ben orada ya.


Zaten şu hayatta tavsiye vermek kadar sevdiğim şey yok demeyeceğim ama,
Çok severim, istemesem de veririm, hiç üstüme vazife olmasa da illa fikrimi söylerim.


Hani benden tavsiye almayacaksanız da, ben bir şekilde arka cebinize sıkıştırmazsam içimde kalır o derece.


Çok seviyorum oraya tatlı tatlı içini döken insanları.
İçleri temiz ya,
Tavsiye alacak insanları yok gazeteye yazıyorlar.
Olmadı Esra Erol'a çıkıyorlar.
Maksat muhabbet.


Neden hiç Esra Erol'a çıkan arkadaşım yok, biriniz çıksanıza güleriz.




Evet bu birbirinden şiddetle bağımsız,
Son olarak da izdivaç programlarının sebepsiz bir şekilde dahil olduğu yazımızın da sonuna geldik.


Bu yazıya ne başlık vereyim ben bile bilemedim
Dest-i İzdivaç mı olsa,
Vasiyet mi olsa,
Hayat memat gibi bir şey mi..


Dest-i Vasiyet olsun Arapçam yürüsün o zaman.


Haydi sevgiyle kalır tatlılar.
Hepinizi tek tek öpmek sıkıntı oluyor, bu akşamlık herkes bir yanındakini öpsün.


İyi geceler.
ÇS*12

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Çift Boyutlu Düşünmek.. deyince çok ağır bir şey gelecek gibi oldu.

Çoğu zaman anları, film gibi yaşıyorum.
Bilmiyorum sizin başınıza geliyor mu, ama benim kafamda bir köşede hep bir Hollywood filmi dönüyor.




Çoğunlukla, birden kulağımdaki müziğin ritmine kapılıp sokakta dans edesim geliyor.
Hani olur ya birkaç kişi de eşlik eder birden, ya da alkış tutarlar.
Sanki her an birden bir film sahnesine dönüşebilecekmiş gibi..


Biriyle konuşurken mesela, 
Aklımda bir yerde, kamera birden uzaklaşıp ikimizi birden çekiyor.
Aklımda bir yerde, karşımdakinin suratını hayal ediyorum.
Aynı anda aynı tepkiyi verebilmiş olma olasılığı mesela..


Sanırım bu durum, 90lı yıllarda The Truman Show'u izlediğimizden beri bir kısmımız için, belki de çoğumuz için böyle. 
İçimde bir yerde, küçük bir umut var, tüm bu yaşadıklarım ya da hayatım, sadece bir film konusu çıkabilir diye. Umut demiyeyim de, merak diyeyim, ya da heyecan.


Bilmem şuana kadar bahsettiklerim sizin için bir şeyler ifade ediyor mu, ama bırakın size biraz daha açıklayayım, Sarı'nın görsel dünyasını..




Görsel ve estetik olan her şeyden keyif alıyorum.
Güzel olan her şey.
Bu duygum, açıklanabilir bir his değil, herkes güzel olanı estetik olanı sever beğenir tabi, bende ki durum biraz daha hayranlığa kaçıyor sanırım.


Tabi burada bahsettiğim güzellik, insan bazında değil, doğa ve evren bazında.
İnsan da içine girmiş oluyor böylece, ancak merkezde olması için çok fırın ekmek yemesi lazım..


Şimdi bu hissiyatınla başta anlattığının ne bağlantısı var derseniz, 
Güzel olanı estetik olanı sevmem, yaşadığım her anın hayalimde bir şekilde olduğundan daha güzel ve daha görsel olmasına sebep oluyor..
Her an derken, içerisinde bir duygu olmalı tabii ki, duygu yoksa hayal de yoktur.




Size hiç olmadı mı,
Metroların o girişlerindeki uzun koridorlardan yürürken, karşınızdan gelen ya da yanınızdan yürüyen, yabancıların birden aklınızda bir yerde dans etmeye başlamaları,
ya da trafik sıkışıkken köprüden atlayıp bir aksiyon filmi tadında, aşağıdan geçen bir otobüse denk gelerek yola devam ettiğiniz,
karşıdan tekin olmayan biri gelirken hiç aklınızda bilmediğiniz bilimum dövüş teknikleri uygulamadınız mı,
ya da acil bir durumda nasıl kaçarım diye düşünüp olayı bir korku filmine çevirdiğiniz..


Sevgilinizleyken, o an, bir romantik komediye dönüşmedi mi hiç,
ya da drama belki..


Eğer bu dediklerimin hiçbirini bir kez bile düşlemediyseniz, 
İlk fırsatta deneyin.
Bazen hayaller gerçeklerden daha keyifli olabiliyor.


Hayır, hayaller, genelde, gerçeklerden daha keyifli oluyorlar.




Hayatımın durduk yere filme dönüşmesi,
Sanırım hikayelerimin en başta rüyalarımda bir film olarak dönüp yaratılmasına sebep oluyor.
Hepsinin bir fragmanı var mesela, 
Bir gün aklımızdakini direk oynatabileceğimiz bir teknoloji de olacak, ama biz göremeyeceğiz.
Öyle olsa çok daha renkli anlar yaşatabilirdim size.


Hiç rüyanızda film izlediğiniz mi?
Bazı insanlar rüya görmüyor, bence dünyanın en büyük kayıplarından biri olabilir bu durum..
Oysa bana fikirler çoğunlukla rüyalarda geliyor, onlar olmasa belki bu kadar canlı olmazdım..


Film izlediniz mi derken, 'film gibi rüya'lardan bahsetmiyorum bak,
Baya, çerezinizi içeceğinizi alıp 'bilmemkimin şu filmi varmış' diyerek ekran başına oturup izlemekten söz ediyorum.
Rüyalarda zaman, kaçta kaç yavaş gidiyor merak ediyorum.
Acaba rüyalar uzayda mı geçiyor?


Sanırım buna emin olmak için uzaya çıkmam lazım, yazık.


Sanırım yakın gelecekte Inception'ı bir kez daha izlemeliyim, şuanki psikolojim bu yönde.




Peki nereden bu kafa dolandırıcı konuya geldim çattım gece gece..
Aslında bu gece değil, dün gece ben konuya çoktan bilinçsizde girmiştim bile.
Herhangi normal bir şekilde mesajlaşırken şöyle bir kaç satır çıktı karışık kafamdan..


"Çift boyutlu düşüneceksin,
Yani iki boyutun olacak,
Aynı anda hem burada olacaksın,
Hem orada olacaksın..
Empati gibi düşünün, ama uygulamalı empati.
Hem kendi bedeninde olacaksın, 
Hem çıkıp, gidip,
O eş beden ne alemde diye bakacaksın.
Tuhaf.
Baktığınız ekrandan birbirinizi görmek gibi,
Bir şekilde, belki belirli bir uzaklıktan,
Aynı çerçeveye düşeceksin, bir şekilde,
Anlayacaksın, ikinci boyutunu da."




Hayda, bu kız ne anlattı şimdi gece gece..
Biraz kafa yorun arkadaşım, şimdi bir de "mindfucking" bir foto iliştirdim mi tam da buraya, yazı kendini bulacak.
Evet, bu paradoksik (arkadaşım kelime üretmeyi durdurun, yok böyle bir kelime) resmi de koyduktan sonra konu hepten inceptiona sardı, yok film yok rüya falan, halbu ki hiç böyle bir amacım yoktu, bu konuları neremden bağladım bu saatte bakın ben de anlamadım.


Demek ki Christopher Nolan'a da çok da zor gelmemiş bu fikriyat, bir şekilde bu üçü birbirine bağlanıyormuş.
Saygılar Chrisciğim, nereden Chris oldun şimdi bilmiyorum ama, bozma.




Ha bu arada yazıyı kapatmadan önce,
Bir arkadaşımın çok kafasına takıldı, dert edindi diye açıklıyorum,
formspring meselesini, güzellerim, oraya bir akın olmadı diye hüzünde dertte değilim, ben orayı soru sorun diye de açmadım aslında ama anlaşamadık daha bir türlü, hayalimde bir yerde bir gün sadece yorum yapmak için orayı kullanabileceğinizi anlayacaksınız.. 
Arkadaş da dedi, şu kadar kişi okuyor diyorsun soru olmayınca hani demesinler, 
Hatta havan bozulmasın dedi, 
Çocuk da haklı ama hava olsun gibi de açmadım orayı, söyleyecek lafınız varsa içinizde kalmasın dedim,
Hani bir de hep sorular soruyorum ya, bazen cevap alayım istiyorum amacı o yani..
Bunu da açıklamış olduk rahatladık.
http://www.formspring.me/saricic 
Bu arada bir şey yazmak için üyelik falan istiyorsa sallayın zaten ya, ben üyeliği falan gerek olmuyor diye bunu tercih etmiştim..




E bu akşam helalinden bir dizi film çevirirsiniz heralde rüyanızda, ne diyorsunuz?
Çevirenler bana da bir yan rol versin diyorum, 
Öpücüklerle ayrılıyorum.


Bu arada dünkü İspanyolca başlık İspanyol kafalamamı sağlayamadı, hala Ruslar ve Japonlarla takılıyoruz.


Hepinizin tek tek üstünü örtüyorum,
İyi geceler tatlılar.
ÇS*12