6 Şubat 2013 Çarşamba

Büyükmüş Britanya Meselesi, 1

O zaman artık başlıyorum.

Gönül isterdi ki size uzak diyarlardan canlı canlı yazayım bunları, ancak telefonla fiti fiti bir saat yazı yazacak zamanım olamadı tatlılar, malum zamanım az ve kıymetliydi..


Kıymetli derken, 1 sterlin 3 TL, o derece kıymetli yani.


İngiltere, 
Gidiciyim, sürprizliyim, gidebilirim, bir sırrım var tadında gizemli gizemli takıldığım yazılarımın ardındaki sır perdesi, evet buydu.
Ne yapayım, ben totem bazlı bir insanım,
Kendime de en çok ben nazar değdirdiğimden, 
Bir iş olmadan onun hakkında apaç apaç bahsetmekten hoşlanmıyorum, ha yanlış anlamayın, en çok da sevenin nazarı değermiş..


Sonuçta gittik geldik, güzeldi yahu.
Keşke yine gitsek,
Hatta hep gitsek, hep birlikte gitsek, tüm dünyayı gezmekten başka sıkıntımız olmasa..

O zaman gelin size en baştan anlatayım, hepi topu bir haftalık, tatlı, komikli, gerginlikli, hastası, ziyaretçisi bol, programı yoğunlu programcısı atarlı, bol bol duraklı, İngiltere maceramızı..

Uçağımızın kalkmasından inişine, gün gün ayrı ayrı anlatacağım, şimdilik kaç yazı olur kestiremiyorum,
O yüzden,

Hadi bakalım, gözünüze kuvvet..


28 Ocak 2013 - Sabiha Gökçen Havaalanı

Öncelikle söyleyeyim,
Uzay mühendisi olacağıma bakmayın ben hiç uçağa binmedim.

Yadırgama seslerini duydum, tamam tamam abartmayın, kesin,
Uçmamış olmam çok tuhaf değil, nitekim ülkemi daha önce hiç terk etmedim, e ülke içinde de mükemmel bir şoförüm, sevgili babacığım, olduğuna göre, şaşıracak bir şey yok bunda..

Bence tuhaf olan, 
Uçağa binmemiş bir insanın uçaktan korkacağını beklemek, 
Ya da uçağa binmemiş bir insanın uçaktan korkması..

Denemediğiniz bir şeyden korkabileceğiniz düşüncesi bana saçma geliyor..

Nitekim, her daim gerginlikten ölen ben, uçuş günü, itici bir sakinlik içerisinde kendimi bekleme salonunda buldum.
Beraber tatil yaptığım arkadaşım Zeynep de, - bilmeyenleriniz öğrensin kendisini, nitekim önümüzdeki yazılarda en çok da o tatlış geçecek - , benimle aynı düşüncede olacak ki, salonda beklediğimiz anda dahi içimizde "herhalde bir şey olacak da gidemeyeceğiz" beklentisindeydik..

Beklentisinde derken, öyle olsun istediğimizden değil,
Bizdeki bu şansla her şey ters gider ya, bir şekilde her şeye hazırlıklı olma içgüdüsü diyelim..

Uçağa binince yaklaşık 5 aydır beklediğimiz bu hayalimizin gerçekleşmekte olduğuyla yüzleşiriz diye düşünmüştüm, olmadı.


Ne kadar gıcık bir durum değil mi,
Sen o kadar bekle bekle bekle, sonra bir türlü gerçekmiş gibi gelmesin.

Zeynep benden daha heyecanlıydı,
Zeynep genel olarak da benden hep daha heyecanlıdır zaten,
Bu huyunu seviyorum, ben çevreye karşı pozitif bir insan olsam da, içimde hep negatifimdir, hep en kötüsüne hazırlıklı yaşarım, sıkıcı bir durum..

Zeynep beni cam kenarına layık gördü sağolsun, ilk uçuşa saygı sebebiylen,
"Şimdi biraz gidip duracak, sonra çok hızlanıp havalanacak, o havalanırken çok kötü oluyor böyle insanın içi."
Benim de bir deneyimim olsa paylaşırdım,
Ama olmaması da güzeldi, nitekim o zaman her sallantı size normal geliyor..

Hosteslerin yabancı olacağını düşünmemiştim,
Neden düşünmedim bilmiyorum, yabancı havayolu, ne bekliyordum acaba,
Ama güzel bir başlangıç oldu İngiliz aksanına alışmamız için,
Şöyle bir diyaloga tanık oldum örneğin host ve yanımızda oturan etine kontrolsüzce geniş bayan arasında:

"Err?
Aaar."

Ben ilk kez bir soru sorulmadan cevap alındığını gördüm.
Host, "err" sorusundan kadının ne istediğini nasıl anladı, verdiği "aaar" cevabında ne demek istedi hala benim için bir sır..

Kadının istediği ek emniyet kemeriymiş meğer, etine geniş dedim ben..

Kalkış komikti, ben geriye yaslandım camdan izliyorum, hafif havalandık,

Zeynep'in kafası öne eğik, anlattığı şey,
"Bak herkes kafasını öne eğdi."

Ben rahat rahat yaslanmışken böyle şey söylenir mi,
Şimdi ben nasıl pozisyon değiştireceğim,
Herkes anlaşmış da bir ben bilmiyormuşum gibi,
Kafamı kaldırdım diğer insanları görmek için
Gerildiğim ilk an.


"Kimse kafasını eğmemiş Zeynep, ne geriyorsun."

Bizim kız hep güler zaten, maşallah, 
Güzel güzel kaldırdı bizi kaptan, bir de hohlamasa, ah hohlamasa o mikrofona..

Gerçekten pilotaj eğitimi alırken mikrofon dersi gördüklerine inanıyorum.
Bir de British aksan işin içine girince,
Sanarsın gece yarısı kuşağı izliyorsun..


Mesela türbülans olacak gerilmeyin diyecek ya,
Sanarsın, hepiniz soyunun ben geliyorum diyor..

Pilotluktan emekli olunca acaba telefonla sohbet hatlarına mı yöneliyorlar..
Bak çok kibarca söyledim bu düşüncemi, siz çirkinleşin..


Dil bilmek önemli şey,
Kaç yaşınızda olursanız olun, fırsatlarınız ne kadar geniş ya da kısıtlı olursa olsun,
Bir dil öğrenmek için çok ciddi çaba harcayın,
Bunu çok içten öneriyorum,
Bir dil bir insan değil, 
Bir dil, 3000 mil..
Bir dil, evinizden 3000 mil uzakta yeni bir ev demek..

Yeni bir ev edinebilmek, demek, bir başka ülkenin de yerlisi olabilmek,
Dünyanın yerlisi olabilmek demek..

6 milyar arkadaş edinebilmek demek..

O kadar önemli yani..

Ben bunu bizzat yaşayarak algılamaktan dolayı mutluyum..


Öğüdal kısmı da geçtiğime göre, hikayemize dönüyorum,

Gelmeden önce her türlü yol öğrenme çalışmasında bulundum,
Sonuçta en uygun yöntemin, bizim İstanbul Kart'ın türevi olan Oyster Kart olduğunu buldum..
Tabi bir de annesinin gözünde olan havaalanından King's Cross'a trenle gitmemiz gerekiyordu,
Şansımıza Zeynep bilumum indirimli kremleri makyaj eşyalarını incelerken, ucuz tren bileti sayfasını keşfetti,
EasyJet'in böyle bir kolaylığı var aklınızda olsun,
Aksanlı hostumuzdan rica ettik, ben size vakti gelince getiririm dedi, sağ olsun..

Kendi aralarında konuşurken İngilizce'yi Japonca yapan sevgili İngilizler, çok şükür ki sizle konuşurken tane tane güzel güzel konuşuyorlar, hiç gerilmeyin..

Biletimizi de aldık çok sevindik, ben gelmeden önce tren saatine de bakmıştım, ona göre yetişme çabasına girdik indiğimiz andan itibaren,
Tabi bu arada ben inene kadar her gördüğüm ışıklı yeri, "AHANDA LONDRA'nın MERKEZİ" "AHANDA BURASI LONDRANIN MERKEZİ" diye gösterip durdum, kim bilir nereleri gösterdim..

Kaptan da inerken çok salladı sağ olsun.

EU vatandaşı ve Non-EU vatandaşı ayrımı İngiltere'de pasaport kuyruğunda önce sevindirdi, sonra tokatladı..
Nitekim yaklaşık üç katımız olan EU lar fitir fitir geçerken biz melul melul baktık..

İki tane de agresif zenci hatunu dikmişler bizim bankolara, gel de sıkıntı yaşamadan geç..

Şansımıza, tam bana sıra geldiğinde, EU'lar bitti ve EU bankosundaki teyze ve amca ben ve Zep'i çağırdı,
Ben teyzeye koştum,
Zep amcaya..

Teyze pasaportu aldı,
Hello dedi,
Hi dedim.
Ne kadar kalacaksın dedi,
Terso yapma bana alırım fiyakanı dedim.

1 hafta yes sir madam hazretleri dedim.

Arkadaşın ya da ailen var mı dedi,
Bendeki kritik soru buydu,
In here, or in London? dedim,
Bu soru ne yapacaksın bile demeden geçirmesini sağladı, parmak izimi alıp geçirdi..

İki banko ilerledim, Zeynep'i beklemek için,
Beklemediğim bir sohbetle karşılaştım,

Boynu bükük Zeynep,
Baya anlatıyor,
Arkadaşlarım var, Uzay Mühendisliği okuyorum, oh sohbet muhabbet,
Ve Türkçe.

Ne oluyor, dedim. 

Zeynep'in Londra'daki tüm Türkleri tek tek bulmaya başladığı nokta tam olarak orasıydı.

Amca Zep'i önce İngilizce sıkıştırmış, gerilince tamam Türkçe cevapla demiş, işe koş,
Bana denk gelse, Türkiye'den çıkamadan geri döndük sanardım.


Ve yanlış bavul bandında yaklaşık 10 dakika bekleştik.


Neden böyle şapşallıklar oluyor bilmiyorum,
Bavullarımızı aldıktan sonra koştur koştur Oyster aradık, burada bulamazsınız dediler, bizi trene götürecek shuttle'a yetiştik, biletimizi gösterip bindik,
Ahanda metrobüs.

Bizim metrobüsün iç tasarımını al, eskit, koltukları salon tipi kapla, kirlet, işte bu otobüs.

Allah'ım biz evimizden neden çıktık acaba..

Tren istasyonu da pek farklı değil, nitekim, gecenin karanlığında iyice eski ve tuhaf,
Bekleştiğimiz platformu değiştiren anons, gecenin gerginliğini sağladı aslında,
Trenimizi kaçırdık.

Hayır kaçırmadık,
Trenimize baktık, saatinde geldi,
Önümüzde durdu,
Biri bu King's Cross'a gider dedi,
Biz onca binen insanı dinlemedik de, yanımızda duran sarışın Türk kızını dinledik,
Neden yaptık bunu biz?

Kız da tam Türk kafası,
"Yanlış bile olsa en azından üçümüz bekleriz hahahah"

Bir sonraki tren 20 dakika sonra,
Ancak gergin olan kısmı, 5 kere geçse de kızı ikna edemeyen
"EasyJetten aldığınız biletler gelecek trende geçmez" yazısı.

"Salağa yatın sorun olmaz." 
Ben dedim Türk kafası diye.

"Trenden atacak halleri yok ya." dedim Zeynep'e, ne güvense bu,
Tren havalı tabi, biz gergin..

Boşuna gülmeyin, atılmadık.
Ama bizim biletlerin geçmediği doğru, çünkü ekspress giden daha pahalı trene binmişiz..

St Pancras.. Kings Cross ve.. Londra'nın aktarma kralı metrosu..
İlk metro, gerçek anlamda ilk metro ama, adamlar tam 150 yıl önce kurmuşlar sistemlerini,
Daha da değiştirmemişler..

Fakat biz hala Oyster arıyoruz.
Bir bilet makinasında neden kağıt para geçmez?
Aynı soruyu istasyondaki tek sorumlu olan İngiliz kardeşimize de sordum,
Vallahi bence de saçma dedi.

Tabi onu bulmamızdan önce yaklaşık 15 dakika, yanımızdan geçip ne yapıyorsunuz arkadaş demeden giden insanlar eşliğinde, bozuk paramız olmadığından kartı da okutamadığımızdan bir türlü Oyster'ı alamadığımız trajik dakikalardan bahsetmiyorum bile..

Kartım olmasa orada ne yapardık bilmiyorum.
Oysterları bir bir aldırttı çocuk, sağ olsun, kendisine buradan teşekkürlerimi yolluyorum..

Ve elini Russell Square..
Bu arada hala yeni bir ülkede olduğumun bilincinde değilim..

He, Russell Square.
Herhalde, yaptıkları ilk durak, ve öylece de korumuşlar. 
İndik, o kadar eski ki,
Nerede benim Sanayi Mahallem, Gayrettepe'm nerede Russell,
Bir de önümüzden fare geçmez mi..
Tuz biber.
Üstelik durakta tek biz varız,
Bir de önümüzdeki dikkat 175 merdiven yazısıyla, çağırma düğmesi olmayan iki asansör.  


Sanırım acaba geri mi dönsek diye düşündüğüm nokta orasıydı.

Nitekim, Zeynep'in kendinden büyük bavulu, benim eli kolu dolu anne vari halimle bu iş mümkün değil..

Neyse ki,
Arkamızda iki üç kişi daha beklemeye başladı da, bir umut doğdu,
Meğer asansörler de bir yukarı bir aşağı yapıyorlarmış otomatik olarak..

Ne saçmalık.

Bindik,
Russell Square'in dışı, yola hakimim, tek sorun yol olsa keşke..

İngiliz vatandaşlarımızdan sıcak bir karşılama geliyor..

Ben başta olayı yakalayamadım,
Işıklarda bavullarla bekliyoruz,
Gece 12, sokakta tek bir insan yok, bir tane bile, önümüzde bir park var, yanımızda iki tane adam, arkamızda da iki tane kadın var, adamlar, ben bakmadığım için benim hayalimde, kadınlara sesleniyorlar,

"No eye contact,  just follow, dont look, come." 

Ben daha da bakmazdım hani,
Zeynep'in adamlara bakışını fark etmeseydim..

Zeynep, gözlerini pörtletmiş, hala kabul etmese de, ben gördüm o bakışını arkadaş,
Adamlara kitlenmiş, madem gerildin bana niye söylemiyorsun,
Hani bunca yolu buradaki apaçilerle uğraşmak için mi geldim hayal kırıklığıyla,
Allah'ım evimden niye bu kadar uzaklaştım arasında bir ifade,
Dönüp adamlara baktım,
Hayrola dedim,

O bakışımı hepiniz biliyorsunuz,
Bilmeseniz bile hissedebilirsiniz,

"What?" dönüşüm adamlara, pardon dedirtti.. Öyle bir şey..

Meğer salaklar, arkamızdaki çantalı kadınlara seslenecekken bize seslenmişler kafaları karışmış,
Adamların biri koptu öbürüyle dalga geçti sen de çanta deyip duruyorsun diye..
Çok şükür atlatmış olduk,
Tabana kuvvet..

Neyse ki yurt çok yakın,
İki sokak daha geçmemiz gerekse Zeynep vaz geçebilirdi, biliyorum.

Yurda girdik..

Israrla yurt diyorum,
Çünkü Hostel = Yurt, arkadaş..

Hatun her şeyi parayla veriyor, anahtar 10 pound, fiş 5 pound, otel parasını şak diye kesiyor zaten..
Neyse ki tatlı bir insan,
Ah bir de bizi 4. kata atmasaydı..
O bavulları nasıl taşıdık hiç bilmiyorum.

Odamız o kadar küçük ki, oraya 4 kişilik yaşam alanını nasıl sığdırdılar, tebrik ediyorum hakikaten..

Neyse ki, biz alışana kadar, yani ilk iki üç gece odada sırf biz vardık, sıkıntı olmadı, sonra odanın çivisi çıktı zaten maşallah, gelen giden karıştı..

Buradan sonrası özel, anlatmıyorum.

Diyormuşum,
Demeyeceğim ama burada bir es vermeliyim bence..
Daha anlatacak çok günüm, çok olayım var.. 

Biraz daha merak edin, yarın yine görüşelim..


Siz o sırada Londra'nın metro sistemini sindiredurun, nitekim çok havalı..

Öpüldünüz canlarım,
Sizi seviyorum..
ÇS*13


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder