"Caddenin ışıltısı yüzüne vurmuştu genç kadının, kıyafetleri de caddenin iki yanını sarmış dükkânlar gibi renkliydi. Gözünde yüzünün üçte ikisini kaplamış kırmızı çerçeveli bir güneş gözlüğü vardı, gözlüğünün altındaki kahve gözleri yine de kısık bakıyordu güneşe. Yüzüne bilinçsiz bir gülüş hakimdi, ince dudaklarının olanca gücüyle oluşturduğu. Ellerinde bir kaç paket vardı, karnında da doğumuna gün saydığı bir bebek. Bu sebepten bacakları biraz ayrık ve oldukça yavaş yürüyordu. Zaman derdi yoktu, çocukluğundaki gibi. Çok değil bir kaç yıl önce sürekli yakınırdı saatlerin kısalığından, artık bunu önemsemiyordu, geç de olsa gecen zamanın yakınmakla geri dönmeyeceğini, üzülmenin anlamsız olduğunu anlamıştı. Bebeğinin geleceğini bile düşünmüyordu, zamanı gelince düşünecekti, o gün bugün olmadan endişelenmeyecekti. Birine söz vermişti, kime olduğunu hatırlamak istemedi. Eski okulunun civarında, yüzden yüze bakarak yürürken bir köseyi daha dondu. Başını önüne eğip paketlerinin yerlerini değiştirdi. Başını tekrar kaldırdı, biraz önce köşeden dönmüş olan bir çift gözle karşılaştı. İçinden bir kaç parçayla beraber paketleri de kaldırıma düştü.
Genç adam gözlerini kocaman açmış, kocaman haliyle karşısındaki bu güzel anneye kilitlenmişti. Dilinden aklından geçen her şey donup kalmıştı vücuduyla beraber. Kumral saçları terden alnına yapışmış, büyük elleri iki yanında açık ve hareketsiz duruyordu. Gözlerini tekrar şaşkınlıkla kadının karnına kaydırdı ve inanmak istemeyerek göz bebeklerini tekrar karşısındaki masum gözlere çevirdi, kadının yanakları kıpkırmızı kesildi. Genç saniyelik acı bir gülümseme savurdu ve devamında gözyaşları teker teker yanaklarından sızmaya başladı. Kadın başını önüne eğdi, tekrar kaldırdığında onun da gözleri ıslaktı. İki genç ağlaşırken içten içe, sessiz ama canlı, yanlarından geçen insanlar onları fark etmedi. Ne kadar olduğunu kestiremedikleri bir zaman sonra genç gözyaşlarını elinin tersiyle silerek aniden ardını dönüp geçmişten uzaklaşmaya başladı, kadın içinse gözlerinin önünde geçmiş hiç olmadığı kadar yakındı."
Naber tatlılar, pek dillenmiş, az meşhur, taze bitmemiş, etine dolgun, iç güveysinden hallice romanım Güneş ve Kumsal'ın açılış sayfasını okumuş bulunmaktasınız..
Bilmem merak edenleriniz oldu mu devamında ne oluyor diye, umarım olmuştur, nereden bileceğim, olmuştur diye düşüneyim mi ben o zaman?
Bir gün raflarda görürseniz, 8 yıllık bir hikayeyi kapsayacağından baya bir haşmetli olacak,
Çok uzun görünür de, 'Ay ben bunu bitiremem hiç bulaşmayayım, Çiçek bana anlatır.' derseniz, kızmam.
Ama anlatmam da, beleşçiler sizi.
Bugün niye böyle bir tatlılık yaptım peki,
İki gün yokum da, dedim, kafanızı bir meşgul edeyim, bir soru işaretleri bir şeyler,
Bir de çok lafını geçiriyorum bazen, Güneşlen Kumsal Güneşlen Kumsal, hani Fransız kalmayın dedim..
Bak bu arada hiç Fransa'dan takipçim yok, bak alındım bir Fransa'ya,
O kadar Serdar Ortaç'a eşlik etmiştim ama,
Jöteeeem ille de jöteeem,
Diye, sayılmadı mı o?
Bu arada yukarıdaki fotoğraf, kitabımın hayali filmini afişlerinden biri, biliyor musunuz?
Çok tatlıyım ama değil mi, kitap kapağım da var, ama oradaki foto anonim değil koyamıyorum,
Sonra bir sıkıntı çıkmasın diyerekten..
Bir gün kitap çıkacak kıvama gelirse, sayın Marilyn Nakazato'yu bizzat arayıp, fotoğrafınıza talibim diyeceğim,
Spoiler'ı da verdim..
İkinci spoiler'ım captain obvious'tan geliyor.
Konuda geçen hamile hatun Kumsal, kumral çocuk da Güneş,
Şaşırdınız ama değil mi?
O zaman, haydin ben bavullarımı yüklenip kaçayım..
Sizi seviyorum,
Sağlıcakla kalın, birbirinize bol bol sarılın ben yokken,
Aşkınızı tazeleyin..
Öpüldünüz.
ÇS*12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder