Ve döndüm.
Zaten o 'ö' ve 'ü' beni ele verdi değil mi, ah bu Türkçe karakterler..
Özlemişim ama..
Bozcaada'dayken pek fazla yazacak vaktim olmadı, oysa anlatacak mesele çoktu,
Fakat öyle mükemmel ve ısrarla uymaktan şaşmadığımız bir günlük programımız vardı ki,
Hiçbir köşesine yazı yazmayı sığdıramadım..
Bir kez denizde yazabildim, o da malum kuzen güneşlenirken..
O halde bilenlerinize bilmeyenlerinize, Bozcaadamızı az buçuk daha anlatmaya devam edeyim..
Tadı henüz damağımdayken, gerçek anlamda, az önce gelincikli lokum yedim de..
Ah Bozcaada..
İlk gün mükemmel bir şey oldu.
Fotoğraf makinamın çalışmadığını fark ettim, ne tatlı değil mi?
Ben ki ailenizin fotoğrafçısı Çiçek, Bozcaada gibi çekilesi bir yere gidip tek kare çekemeyeceğim,
Üstelik inadına çevrede sırf fotoğraf çekmeye gelmiş havalı makinalı zibilyon tane insan varken.
Kendilerini sevmiyorum.
Gıcık oluyorum onlara.
Tüm tatil makinalarının lensleri düşsün, hafıza kartları yansın diye hasetle baktım.
O kadar da değil ama, üzdüler keratalar.
Gözüme sokar gibi, olsun telefonum var benim sekkiz megapiksel.
Sekkiz.
Öncelikle sapık gibi yemek yedik.
Neden, çünkü birincisi memleket olarak yemek konusunda genel bir sapıklığımız var,
- bakınız eve gidince ne yiyeceğiz diye düşünmek, bakınız sahilde mısır yemek -
İkincisi de daha önce yemediğiniz, hep olsun diye hayal kurduğunuz, ya da yediğiniz ama bir kere de açık havada lüpleyeyim diyeceğiniz çeşitli lezzetli yiyecekler var.
Birincisi tabii ki reçeller,
Adamlar domatesten reçel yapmış ya, vallahi Japonlar yapamaz,
Çok da kral olmuş,
Patlıcandan da yapmışlar ama ona kalbim elvermedi, tatmadım.
Sonra karpuz kabuğundan reçel yapmışlar,
Bak hem karpuz kabuğu, hem reçel,
Karpuz kabuğu bir numaralı afrodizyaktır, bilmeyenlere,
E reçel dediğin paso şeker, enerji deposu,
Bu ikisi bir araya gelip bir de sabah lüplenince, genel olarak olabileceklerden ada halkı haberdar olmasa gerek ki, şapır şapır karpuz kabuğu reçeli yapıyorlar..
Ya da belki bilinçlidir, onu eczaneye danışmak lazım..
Neyse çirkinleşmeyeyim.
İncir reçeli, bal kabağı reçeli, gül reçeli, tattığınız, ama ilk kez tatmış gibi hissedeceğiniz reçeller,
Bir de gelincik reçeli var ki, tadamadım ama yine de mükemmel olduğuna emin olduğum için aldım, aşağıda mutfakta beni bekliyor..
Gelincik demişken,
Adanın kendini tamamen gelinciğe adamış çok tatlı bir kafesi var, bedavaya reklam yapmak gibi olmasın,
Ada Kafe,
Reçeller, şerbetler, muhallebiler, kurabiyeler,
Ah o kurabiyeler!
İçinden lokum çıkıyor arkadaş, olmaz ki böyle şey!
Eve de getirdim, yerken ağlıyorum.
Neredeyse ahçıyı kaçıracaktık gelirken, o denli..
Damla sakızı mevzuu var bir de,
İlk gün çok övüldüğü için adanın meşhur damla sakızlı kurabiyelerini deneyelim dedik,
Onda pek de aradığımızı bulamadık,
Nitekim, kutuyu açtığınızda neredeyse bir damla sakızı rüzgarı yüzünüze çarpıyor, buraya kadar çok güzel,
Ancak şekeri çok az olduğundan pek ağzıma layık bulamadım..
Damla sakızı likörü şahaneydi ama,
Kahvesi zaten malum, şahane bir şey..
Ha bir de lokumunu aldım, onu daha denemeye yerim olmadı..
Farkındaysanız şuana kadar tüm paramı yemeğe yatırmış gözüküyorum, doğrudur.
2 akşam adanın nadide meyhanelerinde meze yemeyi tercih ettik,
İkisinde de yediğimiz her şey mükemmeldi,
Zaten ambiyanstan bahsetmeme gerek yok, tüm dükkanlar çok zevkli..
Bu arada ilk gün Rum tarafında karşılaştığımız hırslı Rum teyzeye de buradan sesleniyorum,
"Ama plaj bizim tarafta ne oldu?"
Ada tarih boyunca sürekli el değiştirdiğinden, farklı toplumlar görmüş geçirmiş haliyle,
Son olarak da Türk tarafı ve Rum tarafı olmak üzere bir akarsuyla bölünmüş,
Tabii şuan o akarsu yerinde adanın ana yolu var,
Sol tarafı Türk tarafı, sağ tarafı Rum tarafı,
Rum tarafı yakın tarihte bir yangın geçirmiş ve bir mimar tarafından tamamen baştan yaratılmış,
Bu süreçte birbirinin aynı ve düzenli dükkanlara ve ızgara şeklinde sokaklara sahip olmuş,
Bu daha ilk günden "Bizim taraf daha güzel." diye övünen Rum teyzemizi haklı kılıyor,
Ancak bahsettiği mekanların çoğunu Türklerin işlettiği varsayılırsa,
Ayrımcılık yapmayalım teyzeciğim diyorum kendisine..
Bu arada bu bilgileri edinmemizi sağlayan sevgili "Ada Turu" rehberimiz ve şöförümüz, ismini bilmediğim Red Hot Chili Peppers hayranı, adanın asi elektrik mühendisi gencine teşekkürü bir borç bilirim..
Ada turu..
Havamızın tavan yaptığı aktivite olsa gerek..
Ada turu, adanın anayolunu takip ederek tüm adanın gezildiği,
Sonunda batım anlamına gelen Polente tepesine varılarak günbatımının izlendiği romantik bir tur,
O kadar romantikti ki,
Bir kaç saniye kuzenimle birbirimize meyil yapmış bile olabiliriz,
Bozcaada'da olan Bozcaada'da kalır.
Şaka tabi, heyecanlanmayın, öh yani.
Ada turu için önceden bilgili olduğumuzdan,
Gün içinde gidip şarabımızı aldık,
Tortillalarla küçük sandviçler hazırladık,
Altımıza sereceğimiz tatlı peştemalimizi de çantamıza koyarak yola çıktık..
Polente tepesine varınca, piknik tadında hepsini en güzel tepeciğe sererek
Rüzgar güllerinin sesi eşliğinde gün batımını izledik..
Herhalde bu aktiviteyi sevgilimle yapmış olsam,
Odaya dönünce,
Heyecanlanmayın,
Hemen aklınız kötüye çalışıyor, bak bambaşka bir şey söyleyecektim oysa ki ben,
Herhalde,
Beşbin tane şiir yazardım diyecektim..
Kesin yazardım,
Şiirler şiirler..
Kesin olarak bir kez daha gideceğim,
Bu kez çalışan bir fotoğraf makinasıyla,
Zaten kuzenle de sözleştik,
Bu kez ağustos ayını seçeceğiz, belki denizde bir taraflarımız donmaz diye..
Bu arada odamız, dünyanın en tatlı odasıydı,
Öyle sahiplendik ki orayı,
Biraz özlemiş bile olabilirim..
Bu anlattıklarımın hepsinin fotoğraflarını da iliştireceğim yanlarına şimdi,
Umarım ada hakkında azbuçuk fikriyat edinmenizi sağlamışımdır..
Bu arada kuzenin ikinci günden hasta olduğunu,
Tüm tatil burnunu çektiğini,
Son iki gün öksürdüğünü,
3. gece kafasını çarptığını,
Aynı gün benim dizimi sürtüp denizde mükemmel yanıcı anlar geçirdiğimi,
İlk gün sahilde uyuyup amele yanığı olduğumu,
4. gün fazla şaraptan denize girene kadar hangover'ın dibini gördüğümüzü,
Ödünç aldığımız ve daha ilk darbede kırdığım bıçakla parmağımı kestiğimi,
Ayak bileğimde hala nereden geldiğini bilemediğim bir kesik olduğunu,
Gece 12de sırf oyunumuz bölünmesin diye şarap almak için üst değişip apar topar markete koştuğumuzu,
Yine bu aynı mükemmel alışveriş sırasında midemizi düşünmeyi bırakmayıp salam aldığımızı,
Dönüş yolunda 11de vapur var sanıp 10.30da pansiyonu terkederek,
Vapurun 12de olduğunu öğrenince bir buçuk saat bankta homelesslarla takıldığımızı,
Dönüş otobüsü 12.30ta olduğu için vapurda kalp krizi geçirdiğimizi,
Diloş'un otobüse koşarken bir an elindeki paketlerle daha fazla gidemeyeceğini hissedip geride kalmayı düşündüğünü,
Otobüsün Çanakkale'den İstanbul'a tüm otogarlarda, ama her bir ilçenin otogarında durduğunu,
Sırf siz bu tatili toz pembe görün diye,
Anlatmadım..
Galiba şimdi anlatmış oldum..
Çok keyifliydi ama,
Çiftlerimizle gelip, araba kiralayıp, kimsenin ayak basmadığı koylara dadanacağımız ve kırmızı kapılı seksi otelde kalacağımız sözünü unutmadım Dilara S., burada da tarihe not olarak düşüyorum..
Sarı tekrar İstanbul'da, bu kez temelli,
Zaten hepiniz yine doluşmuşsunuz İstanbul'a onu fark ettim,
Kış geliyor desenize..
Sizi seviyorum, özlemişim de..
Hepiniz öpüldünüz,
İyi geceler!
ÇS*12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder