7 Kasım 2012 Çarşamba

Kasımda Aşk Başkadır, Demeyecektim, Dedim


Kasımda aşk başkadır..

Sakla Kasım’ı gelir Aralık.


Ak Kasım İstanbul içindir.


Daha da saçmalardım ama;

Kasım kış ayı değil miydi hayrola?

Hakikaten biraz da kış gelmezse, kış derken iki yağan bir duran yağmurdan üç beş derece düşüp on derece çıkan sıcaklıklardan bahsetmiyorum. Baya, hani hırka üstüne kazak üstüne hırka üstüne palto giyilen kıştan bahsediyorum.

Nereye gitti o arkadaş.


Efendim nihayet, kasım ayına giriş yazısını yazıyorum huzurlarınızda, nitekim kasım ayı benim için önemli bir ay. 


Ha bir de, bir yerden sonra, ben “hoş geldin kış” tadında bir yazı yazmadığım için kışın gelmediğine inanmaya başlayacağım.

Ama o küçük bir olasılık.


Kasım ayı neden önemli oraya döneyim..


Öncelikle, bu tatlı güzel ay, benim tatlı güzel annemin dünyaya, anneannemin tatlı güzel kucağına düştüğü aydır.


Ailede, özellikle kendi çekirdek ailenizde sevgi olarak kimseyi kimseden ayıramazsınız, bu kesindir, ama annenin yerinin her zaman apayrı ve özel olması su götürmez bir gerçek, çünkü onun sizin için yaptıklarının, sizi doğurması gibi başlıca bir gerçeği bir yana bırakın hayatınızı güzelleştirmek için yaptığı diğer binlerce şeyin haddi hesabı yoktur, hakkının ödenmesi ise neredeyse imkansızdır,
Anneciğimi bu yazıyı okusa da okumasa da güzel yanaklarından kocaman öpüyorum..



İkincil olarak, bu tatlı ay, en sevdiğim tatlı ellerin, beni, benim güzel hayal dünyamın, akıl boşluğumun içinde bambaşka bir yere taşıyan, elime rengarenk kelimeler, düşler, şiirler veren ellerin, avuçlarıma düştüğü aydır. 


“İki yanımda sallanan ellerimin 

Elini tutunca anlam bulması gibi,
Bir şekilde yokluğunda eksik olmak gibi,
İki ucu birbirine bağlanan bir labirent gibi,

Dönüp dolaşıp seni bulmak,
Bıraktığım yerde,
Ve seni bıraktığım halinle yine sevmek,

Ya da, sevmekten vazgeçilir mi ki?”

Demişim, iyi de demişim be adam. Seni de öpüyorum, hem de en süslüsünden.

Şimdi size geri dönelim, siz ne yaptınız,
Siz kimlerin elini tuttunuz bu mevsimini bulamamış Kasım ayında?
Siz de mutlu oldunuz mu, sırf merakımdan soruyorum, hangi ayı böyle seversiniz benim gibi?

Tuhaf korkularım oluyor bazen, bazı şeyleri çok sevmekten her zaman korkuyorum.


Kasımda aşk başkadırı çekmeselerdi, ben daha güzelini yazacaktım.
Üstelik, başlığıma da yapıştırdığım bu klişeyi, klişe deyişim burada filme bir gönderi değildir tamamen dilimize yapışmış bir laf olmasındandır, teknik olarak izlemedim bile.

Evet, Kasım'da Aşk Başkadır'ı izlemedim.
Ben, romantik geçinen ben, izlemedim arkadaş.

Üstelik ben romantik filmleri çok da sevmem,
Yüzde yüz ağlayacağım filmleri kesin olarak sevmem,
Hele romantik komedileri hiç sevmem.

İzlemem demiyorum, izleyince ağlarım da, gülerim de, ama sevmem işte. 
Yine de bir top 10 yapsam şimdi yarısı romantik film çıkar ama, siz buna he diyin geçelim.


Ben romantik filmlerin, ya da filmlerdeki romantik, ikili ilişki sahnelerinin, bana çağrışım yaptıranlarını severim,
Misal, 

Moulin Rouge'un tango sahnesindeki kıskançlığı hissetmeyi severim,
Her bir ayak darbesi, Ewan'un şarkı söyleyişindeki acı, isyan, bana aynı durumu yaşasam nasıl da delirebileceğimi hissettirir.

Like Crazy'de (bu filmi dünyada bir tek ben izlemiş olabilirim, ama canınız sıkkınken izleyin, güzel film) kızla oğlan arasında geçen ilişkinin ve hatta bütün filmin, gerçekçiliğini severim, en çok da "bütün bir yazı yatakta geçirelim" sahnesini, bir de ilk aylarını hızla gösterdikleri sahneyi. Çünkü, orada kendimi görebilirim, ben de oradaydım bir zamanlar..

Jeux d'Enfants'daki (Cesaretin Var mı Aşka, nasıl saçma bir çeviriyse) aşkın deliliğini severim.

Daha bir milyon tane sevdiğim saçma ayrıntıyı yazarım, yapmayacağım ama, bu bambaşka bir başlık konusuna sarıyor..

Ama romantik filmler konusunu toparlayacak son sözüm, bir gün basılma şansı bulursa, ki benim hayalimde aslen bir film olan, romanım Güneş ve Kumsal'da da, benim bu filmlerde, bazen şarkılarda, bazen de hayatın herhangi bir anında bulduğum o kafanıza ya da kalbinize 'tık' ettiren ayrıntıyı size de hissettirmek için elimden geleni yapıyorum..


Kasım diyordum,

Kasım vize ayıdır, 
Başarı dilemezsem, işiniz ters gider şimdi, 
İyi şanslar hepinize, Allah akıl fikir versin.

Allah çalıştığınız yerden sorsun inşallah.



Kendimi İstanbul'un göbeğinde, bazen, Amazonlarda yaşıyormuş gibi hissediyorum.
Yağmurun sesine bak, dertli dertli ağlamıyor, bildiğin şakır şakır.

21 yaşıma geldim, böyle saçma, böyle tutarsız hava görmedim.

21 yaşıma geldim yazınca ne kadar da komik oldu di mi, daha Dante'nin gözünde adam olmam için 14 yılım var, bu bir ergen yılı eder.

17 yaşındayken bir şiir yazmıştım, o zamandan beri bir alıp veremediğim var şu Dante'yle de, nihayet okuyorum kendisini ama, daha bitirmek nasip olmadı, buradan yıldızın parlasın diyorum.



Bizim okulun meşhur Ağaçlı Yol'unda ağaçlar yeşil yeşilken, kim inandıracak beni 23 güne sonbaharın biteceğine?
Sonbaharda yapraklar dökülür evladım. 
Sonbahar dediğin adamı sağdan sağdan kışa hazırlar.

Ben hazır değilim kışa arkadaş,
Ben bir hafta önce denizde yüzüyordum ayıptır söylemesi. 

Bu havanın arada kalmışlığı, beni de arada bırakıyor, sabahları canım yataktan çıkmak istemiyor, bilmiyorum size de oluyor mu?
Kasım'a birinci sitemim bu, rica ediyorum artık kış gelsin,
Gelsin ki gitsin, sonra da gitmek bilmiyor.

Sıktık sıktık parfümleri, 4 mevsim indi ikiye.

4 mevsim olacak ki, ruhunuz da 4 mevsim olsun,
Çalkantı yaşayın biraz, cilde iyi gelir, ama nerde..


Kasım'ı bir başka severim işte,
Yazıyı kapatmadan, bir de şiir çakacaktım eskilerden, inanın hangi birini yazsam karar veremedim..

Yalnızca bir süredir yazmadığımı fark ettim ve özlediğimi,
Yani gece yeni başlıyor..


Şimdilik hepiniz öpüldünüz,

Hırkasız dolaşmayın evde, battaniyesiz yorgansız da uyumayın,
Kasım çarpar anlamazsınız..

İyi geceler,
Öpüldünüz.
ÇS*12