10 Aralık 2012 Pazartesi

Korkunun Ecele Faydası Yok, Çay Demle de İçelim..

Ne kadar zaman oldu, iki kelime şiir yazmayalı,
İçimde bana çok kızgın, hatta küs bir yerler olduğuna eminim, beni bazen hiç sevmiyorlar..


Nitekim canları bir sürü şey çekiyor, ben bir tanesini bile yapamıyorum..

Mesela 5 ay oldu neredeyse, yuh, bir karalama defteri aldım, bir tek çizik çekmedim üzerine iyi mi?


Tamam, hayatımızın gelecekte bir gününü çok tatlı kılmak için, bir tarafımızdan ter akıtarak, bir yerlere gelmeye çalışıyoruz ama, bazen içimdeki saf, yetenekli, neşeli, ikincil ben için çok üzülüyorum..

O bir şekilde asla hak ettiği değeri göremiyor..

Onun hak ettiği yer neresi biliyor musunuz?
Bütün gün gaipten gelen melodilerle şarkılar mırıldanabileceği, 
Çimleri yemyeşil, üzerine yatılası,
Ucu bucağı olmayan, ama kalemi kağıdı bol olan,
Boyası çiçeğinden, balından çıkarılan, yine karnı o çiçekle balla doyurulan, 
Fırçası elleri olan,
Sonsuz bir zaman diliminde, ki burası çok önemli, hayal gücünün dar zamanlarla işi olmaz,
Göğü bulutsuz bir yer..

Gecesi olmasın demiyorum ama bak,
Gök karardıkça, en sizden duygularınız açığa çıkar,
Öyle alıştırılmışlardır çünkü..

Yoğun olanı saklamak da neyin nesi oysa ki, bıraksak da duygularımız yaşasa bizim yerimize..


En güzeli de ödev yapmak yerine bu yazıyı yazıyor olmam, ne tatlı değil mi?
Bu araf hali ama bak,
Yapmanız gereken şeyle, yapmak istediğiniz şey arasında kalıp,
Bambaşka bir şeyle uğraştığınız aralık oluyor kendisi..

Televizyon izliyor da olabilirdim ama bak, en azından sizinle bir şeyler paylaşıyorum, sözüm meclisten dışarı.
Hatta meclisi öpüyorum buradan, tek tek, çift yanaktan.

Size metrobüs maceraları anlatmak için çıldırıyorum, yapacağım bunu bu sene bitmeden, sadece bilin istedim.


Şurada anlattığımın yarısını yapsam, ne kadar mutlu bir insan olacağım ya, bir de utanmadan her seferinde size akıl veriyorum, hayatınızı yaşayın zaman geçmeden gibisinden..

Bugün tam da yine bunu düşündüm işte,
Az kalsın, az kullanılmış aklımı da cömert cömert verecektim, mevzu bahis konuyu düşünmeme sebep olan arkadaşıma, ama daha ağzımı açamadan, ben bir durup düşündüm de, vereceğim öğüdü ben niye yerine getirmiyorum acaba..

Konu temel olarak ölümden korkmaktı,
Ben ölümden korkmam, tabii burada bahsettiğim kendi ölümüm, sevdiklerimi Allah her türlü şeyden korusun o tahammülüm dahilinde bir konu değil,
Ancak insanın kendi varlığının Dünya üzerinde sürmesinin devam etmeyeceğinden neden bu kadar korkar,
Hiç anlayamıyorum,
Üstelik çoğu insan bu korkuyla kendine ekstra özen gösterirken..

Acaba ben kendime yeterince değer vermiyor muyum?
Hayır, ancak elimde olmayan bir durum için endişelenmek, bana çok saçma geliyor..

Tabii bu korkmuyorum diye aptalca şeyler yapıp kaşınmakla karıştırılmasın, 
Ben kendime iyi bakarım, ama her fırsatta da Dünya üzerindeki en önemli varlık benmişimcesine kendi üzerime titreyemem ya,
Hayır, çünkü değilim de,
Şimdi bana bir şey olsa, Dünya üzerinde bir yaprak dahi düşmez fazladan, haksız mıyım?
Bu değersiz olmak anlamına da gelmiyor,
Yalnızca kendimizi olmadığımız kadar değerli varlıklarmışız gibi görmek, anlamsız..

Benim vereceğim öğüt bunlar değildi tabii,
Şöyle düşündüm,
Bir insan neden ölmekten çok korkar?
Canı acıyacağı için?
Olabilir.
Geleceği göremeyeceği için?
Olabilir. Hayır, merakımızdan çatlayabiliriz bir haltı da görmesek çünkü.

Bu arada tam da şuan bir şarkıyla yersiz aşk yaşıyorum. Dini içeriği yüksek olsa da, yengemiz o kadar pürüzsüz söylüyor ki, müzikal yeteneğim yok işte, ona çok üzülüyorum ya.
http://www.youtube.com/watch?v=jZ9gQJ5L1Vk

Neden diyordum,
Yaşamadığı bir çok şey olduğu için?
En mantıklısı bu geldiğinden kulağıma, kendimce çözüm düşündüm,
Madem bir şeyler yaşamadan öleceğinden korkuyorsun,
Bundan korkup korkup kabuğuna kapanacağına, "Bugün ölsem gözüm arkada kalmaz arkadaş!" diyebileceğin bir hayat yaşa,
İşte bunu demeden önce bir durdum,

Sen yaşıyor musun o hayatı acaba, bir tanem?
Ah benim, tavsiyesi kendine işlemez akılsız kafam..

Fikri çok ama, uygulayanı yok.

Bu doğrultuda,
Seneye dansa yazılıyorum haydi bakalım, buna ne diyeceksiniz,
Durakta otobüste kıpırdanmaya sallanmaya son,
Bu ilk, havalı adıyla "New Year Resolutions"'ım olsun, buna ne diyorsunuz.

Şimdi bu noktada size atmalı tutmalı fikirler vermek yerine,
"Allah'ım ne hayat yaşadım be!" 
Diyeceğiniz, kendinizden sıkıldığınız saçma huylarınızdan kurtulacağınız,
Tatlı planları kendi kafanızda dötüm dötüm kurmanızı önereceğim,

Size bir sır vereyim mi,
İlerde bir çoğunuz, uzaya da çıkacak, üstelik uçak parasına.

Yani büyük düşünmekten artık korkmayın,
Çünkü büyük düşünceler çağında yaşıyoruz,
Gelecekte bizim çağımıza da tatlı isimler verecekler, bunların ön eklerinde, hayal, devrim, uzay, gibi ön ekler olacak, ilk orta yeni yerine, torunlarınızı hazırlayın..


Sonuç olarak ben dahil, hepimizin bu seneki ilk ödevi,
Geçen sene her ne yapmadıysanız bir ucundan tutmaya çalışmak olsun,

Çünkü ne kadar zamanınız olmadığı konusunda söylenseniz de,
Her gün en az bi saatinizi facebookta, olmadı twitterda, bilemedin instagramda, hiç olmadı youtubeda geçirdiğinizi hepimiz biliyoruz.

Üstelik bunların elebaşı da benim.
Annemiz söyleyince surat asıyoruz ama, yapıştık bilgisayarın başına kalkmak bilmiyoruz, 
Aslında her istediğimizi yapabilecek zamanımız var..
Yeter ki küçük kafamız kapasitesini fark edip genişlemeye meyil etsin..


Haydi bu kadar laga luga yeter,
Biraz yılbaşı havasına girin,

Bak biz çam ağacını kurduk ona göre..

Öpüldünüz yeni yıl çocukları,

Hepinize şeker, hepinize en güzel hediyeler..

Ha bu arada unutmadan, bu da çayınız..


ÇS*12




7 Aralık 2012 Cuma

Jingle Bellemedi Daha..

Buradan sonrasi benim icin yilbasi, oncelikle bir onu belirteyim de.

Yillari bir sekilde donemeclere boluyorum, bence bunu cogunuz yapiyorsunuz, 
Temel olay benim icin dogum gunleri, sizin icin baska onemli olaylar da olabilir, ornegin okul acilis kapanislari, vizeler finaller mevzuu, paranizin avcunuza konuldugu gunler, sizin parayi avuctan dusurdugunuz gunler, cemre dusmeceleri belki, yasiniz 70ten buyukse.. 

Yil icerisinde hediye aldigim toplamda iki gun var, dogum gunum ve yilbasi, bu cocukluktan kalma davranisla, yilin tam ortasi, Mayis ayinda da olsa, benim icin dogum gunum, her bir dogum gunu benim icin yil icerisinde bir donemec, bunlarin temelini de lise arkadaslarim olusturuyor, bu hesapla 3 Araliktan sonrasi benim icin yilbasi.


Bu kucuk ve anlasilmaz deliligimi paylasmamin sebebiyse az once farkina varip bir sekilde urktugum gercek,
Bir yil daha bitiyor..

Ustelik tum kliseler bir yana, gecen yilbasi daha dun gibi aklimda,
Ustelik gecen sene bir geyigimiz vardi en azindan gelecek sene icin, 2012 mevzuu diyorduk, bu sene o da yok, 2013 bir bilinmez sonsuzluga girmek gibi..


Gecen yilbasi diyordum,
Ne kadar farkli dertlerim vardi dusunuyorum da, farkli beklentilerim, endiselerim, dileklerim,
Inanir misiniz, bence bir sekilde goruntum bile farkliydi,
Insan bir senede ne kadar degisebilir ki, demeyin, degisebilir,

Ben bu gecen senede, tuhaf ve birazcik da sikici bir sekilde buyudugumu dusunuyorum.

Bu arada yeri gelmisken belirteyim, sevgili enistemin Portekiz isi laptopunda sizlere yazmakta oldugumdan sevgili Turkce karakterlere sahip degilim, beni boyle sevin sevecekseniz..

Odada da sivrisinek var, disarida kar var iceride sivrisinek, bu nasil bir kor talih.


Yilbasi diyordum,
Gecen yil diyordum hatta,
Belki bu yaziyi yazmak icin henuz erken ama, dedigim gibi ben coktan yilbasi kafasina girdim, bu gece kontrolsuzce gecen yil bana neler getirdi diye dusunuyorum..


Gecen yil bana kaybetmeyi ogretti,
Olum Allahin emri, su ayrilik olmasa,
Sozunun anlamini, canimin icine batira batira ogretti hani Allahsiz..

Bir sekilde, ki istemeseniz de o bir sekil, sizin en hassas oldugunuz yerden ozenle gelip sizi bulur,
Bir sekilde, mantikli dusunmeyi ogrendim,
Tum duygusalligima ragmen ben duvari bir kere ordu mu yikamayan, yikmayanlardanim,
Ben o duvarlari sapasaglam ardinda durarak ormeyi ogrendim..

Ha aynen yikmadim mi, yiktim.

Yeniden dograbilecegimi ogrendim,
Her sey bitti derken, en umutsuz aninizda, hakikaten, hayatin size yepyeni, ya da en eski duygularinizi kazandirabilecegini ogrendim..

Cunku gozlerim yasararak animsiyorum, 2012nin bir yerlerinde, benim, öldugum de oldu.. 
Bakin dogdum ama tekrardan, ustelik ilkinden daha guclu..


Ben bazi duygularin hic kaybolmadigini, sizi terk etmedigini ogrendim, siz onlardan ne kadar kurtulmak isteseniz de, bilincaltinizda sizi sizden daha cok seven biri var..


Ben 2012de, sevilmenin ve sevmenin, dunyanin en guzel duygusu oldugunu ogrendim,
Hep inanirdim ya, oyle olduguna,
Yasamak daha da bir zevk verdi..

Cok sinirlendigim zamanlar olmasaydi, cok guldugum zamanlarin degerini bilemezdim,
Bu sene ben, aglamanin insani acitmaktan cok, insana insan olmayi ogrettigini ogrendim..

Bu sene ben, duygularimi en iyi yazarak anlatabildigimi ogrendim,
Ve sizinle tanistim bu sene, bu senenin en guzel getirilerinden oldu ustelik bu..

Sizi goremesem de, sizi sevebilecegimi ogrendim..


Sarilmanin, Dunyayi donduren temel guc oldugunu ogrendim,
Her sarilsimda Dunya benim etrafimda dondu cunku, hissettim..

Duygularimiz olmadan su dunyada yasamanin tek bir anlaminin olmadigini ogrendim,
Ve uzuldum duygusuz insanlara, 
Cunku bizler ne kadar aglak olsak da, en azindan yasamayi biliyoruz..

Ben bu sene excel kullanmayi ogrendim,
Ve bunu yazarak sizi guldurdugumu dusunmenin ne kadar zevk verdigini,
Gulumseyisinizi seviyorum..


Olmadigim seyleri, olmadigimi kabullenmeyi ogrendim..

Burada bir cok tirnak isaretine ihtiyacim vardi, ancak bu bilgisayarda o da yok, kendiniz ugrasacaksiniz anlamak icin tatlilar..


Ben en cok 2012nin yazinda usudum,
Ve yine en cok, sonbaharinda ve bir turlu gelmeyen kisinda isindim..


Siirlerimi yazdigim anda degil,
Ertesi sabah okudugumda daha cok sevdigimi fark ettim,
Ve yazdigim herhangi bir seyi aylar sonra okudugumda, ilk gunkinden daha beter duygu seli yasagimi..

Bunu kendinize yapmayin..


Ben bu sene cok guldum,
Ve sanirim, tum bu hayatin, kocaman, bitmek bilmez bir saka oldugunu kabul edip yoluma baktigim surece de, cok gulmeye devam edecegim..

Bence siz de oyle yapin..
Elinizde olmayan seyler icin uzulmeyin..

Bir sey olsa da gulsek derseniz, beni her zaman icin arayabilirsiniz ama bak..


Aslinda bu gece buraya, yazip yarin pisman olacagim, kocaman ve tutkulu bir ask yazisi yazmak icin gelmistim,
Ve yine yazinin sonunda kendime kendimi anlatir buldum..

Bu cumleyi duzeltmek icin bir tane daha kendim eklemeliyim ama, kendim kendimi kendime gibi ilginc bir sonuca gitmesinden korkuyorum..

Size simdilik iyi geceler, 
Bir dahaki gelisimde onceden vaat ettigim yilin top 10lari meselesine girismeyi hedefliyorum,
Sevgiliyle, opucukle, sarilismacayla kalin..

Iyi geceler, bol asklar..

CS*12

5 Aralık 2012 Çarşamba

Excel'le Ateşli Geceler / 21 Aralık'a Tırıs Tırıs

Excel'le geçirdiğim uzun ateşli geceler sonrası, bloga yazı yazma sayımın aylık olarak düşüşünü inceleyen bir grafik oluşturup bunu sizinle paylaşıp, excelle içli dışlı olma meselesinin çirkinliğini son sınıra getirme kararı aldım.

Burada maksat meseleye mühendisi açıdan yaklaşmak
değil,
İçerisinde bulunduğum ruh halinin vehametini sizcağızlarımla paylaşmaca niyetidir.


Sizcağız diye kelime mi olur ya, sözde tatlı olacaktı o bir de.


Grafiğin adını da düşüşüm koydum ki trajediyi damarlarınızda hissedin.
Bu arada x ekseni ayları temsil ediyo, şimdi oturup sayı yerine isim nasıl koyuyorduk diye aranamadım gece gece orasını da kendiniz belleyin..


Şimdi bu yazıyı paso exceli överek de devam edebilirdim, bu da belki excel üzerine yazılmış ilk serbest türde düz yazı olurdu ama, size akşamın bu dar vaktinde bu acıyı çektirmeyeceğim,
Nitekim Excel mağduru Uzaylı kardeşilerimdenseniz, zaten bu hafta yeterince excel kusmuşsunuzdur bir de ben dillendirmeyeyim değil mi?


Allah'ım bazen ne kadar da çok konuşuyorum.

Düşünüyorum, hani bazen açıklamalarımdan kendim bile yoruluyorum,
Arkadaş her lafa bir lafın olmasın ya, o güzelim çenene yazık, değil mi?

Bu arada yarım saatle geçse de 5 Aralık ablamın doğum günüydü, kendisini öpmeden geçemeyeceğim, siz de öpün.

Evet, Aralık meselesi geldi çattı,
Yusuf yusuf yusuf yusuf yaklaşıyoruz 21 Aralık'a,
Ancak sevgili arkadaşım İGD'nin de dediği gibi
"Vallahi benim o güne proje teslimim var, beni bağlamaz!"

Arkadaş, öleceksin diyoruz la, gök yarılacak taş yağacak diyoruz,
"Ben o kadar uğraşacağım, rapor yazacağım, dünyanın sonu gelecek, OLLLLLLDU!"
Diyor mühendis.


Şaka tabi, inandığımız yok ancak,
Bir düşündüm de, 
Ki aslında ben bunu çoğu zaman düşünürüm,
Yaşamınızın bitmesine belirli bir süre kaldığını bilseniz ne yapardınız?


Velev ki, 
21 Aralık'ta gerçekten öleceksiniz, ama meteor ama başka bir şey, (ALLAH KORUSUN'u parantez içine ne olur ne olmaz diye yazmazsam sanki ruhsal alemde beni rahat bırakmazsınız gibime geliyor) 
Bu son 15 gününüzde ne yapardınız?


Bence öncelikle insana tuhaf bir şekilde bir rahatlama gelir,
En azından benim açımdan öyle yani.

Sonuç olarak hepimiz bugünü yarın endişesiyle yaşamıyor muyuz?
Yarın diye bir endişeniz olmasa, 

Bugün, tam şu saatte uğraştığınız şeyler çok farklı olmaz mıydı?

Mesela ben bu yazıyı size yazmaktansa İtalya'ya giden bir uçakta olabilirdim.

15 günüm kalsa ne yapardım'dan bahsedeyim size bu gece, o halde,
Siz de bir düşünün bakalım, siz olsanız ne yapardınız..


Öncelikle ben şapşalı, bu süreyi güzelce bölüştürmeye çalışırdım aklımda,
Kalmış 15 günün, hala ne hesabı ne kitabı, 
 O yüzden şuan karar değiştiriyorum ve olası bir durumda vaktimi planlamamaya karar veriyorum..

Bunu bana hatırlatın.

Öncelikle çok saçma ve bu içimde kalmışlık nereden geliyor bilmiyorum ama,
Kendime atlanası bir yamaç bulur oradan şap diye suya atlardım,
Tabi bunu son bir iki güne saklamalı, kafamı taşa da çarpabilirim değil mi,
Bak yine hesaplar hesaplar..

Yapamadığım ve bir gün yapamazsam çok çılgınca içimde kalacak mevzu olan, arabayı çekip sahil koy orman bayır gezerdim bir kaç gün.

He bir de yapacağım hangi aktivite olursa olsun, bavul toplamam arkadaş,
Hayatımın en değerli dakikaları bavul toplayıp boşaltmakla geçiyor, bkz. bu yaz.

Kavga çıkarırım,
Birine kafa atmadan ölürsem gözüm arkada kalabilir nitekim,
Bu kişi özel olarak örümcek görüşlü nesilden olursa değmeyin keyfime.

Tehlikeli bir kaç mevzuya daha karışırım açıkçası, şimdi burada ayrıntı vermeyeyim,
Ateşe vermek kesmek biçmek geçen bilimum aktiviteler,
Sanırım düzgün yaşamanın alt içgüdülerinde çok acaip bir anarşi ruhu yatıyor.

Aşka ayıracağım çok uzun vakitler olur,
Aşk derken sadece sevgili düşünmeyin,
Size de gelir sarılırım uzun uzun, aileme, arkadaşlarıma,
Bu veda sarılması değil tabi,
Bir çeşit sevgi depolaması diyelim,
Onun dışınca kendimi bolca aşka veririm, o ayrı onu açmayayım bence bu saatte..

Sonuçta içerisinden çıkamadığım bir aşk ruh halim var, bu romantiğe de bu yakışır.

Sokakta fuzuli dans etmek,
Bak bu hep küçük içsel hayallerimin baş ögelerindendir,
Müzik dinlerken aklınızdan hiç random bir koreografiye giresiniz gelmiyor mu?

Gelmiyorsa ben deliyim demek.

Bir yerleri boyayabilirim mesela,
Sabah bir kalkmışsınız, asfaltınızın üzerinde insan figürleri,
Onları hep ben yaptım.

En önemli olanı da, telefonumdan kurtulurum,
Şu son 15 günümde nerede olduğumu bilmeyin,
Ben de kaybolmuş hissedeyim,
Ki en çok merak ettiğim duygu olsa gerek,
Bir yerlerde kaybolayım, mesela bir çukura düşşem de,
Ormanda ayı çıksa da,
Arabam kaza yapsa da,
Uçağım düşse de,
Çin'de yediğim pirinç,
İtalya'da atıştırdığım pizza
Fransa'daki havalı kafenin yemeği bozuk çıksa da,

Yüzerken boğulsam da, 
Kutuplarda donsam da,
Amazonlarda sinek ısırsa da,
Hindistan'ı hiç göremesem de,
Onu geç Batı Karadeniz'i aşamasam da,
Bilmeyin,

Bu gece nerede uyuduğumu bilmeyin,
Bilmeyin ki merak etmeyin,
Son 15 günümü de siz benim için endişeleneceksiniz diye düşünerek geçirmeyeyim..


Bu akşam sizle ilginç bir şey paylaştım aslında,
Yarın ölecek olsam aklıma gelen ilk şeyleri yazdım, belki daha yaşayamadığım ve zamanım kısalsa da aklıma gelmeyeceğinden yaşayamayacağım bin tane daha güzel duygu vardır, bunu bir düşünün,
Hatta voltran yapın, telepatik bir bağ kurun yollayın fikirlerinizi bir şekilde..


Haydi sizi kendi hayalgücünüzle başbaşa bırakıyorum,

İyi geceler tatlılar, hepinizi öptüm,

Ha bir de, özlemişim sizi bak.

ÇS*12




7 Kasım 2012 Çarşamba

Kasımda Aşk Başkadır, Demeyecektim, Dedim


Kasımda aşk başkadır..

Sakla Kasım’ı gelir Aralık.


Ak Kasım İstanbul içindir.


Daha da saçmalardım ama;

Kasım kış ayı değil miydi hayrola?

Hakikaten biraz da kış gelmezse, kış derken iki yağan bir duran yağmurdan üç beş derece düşüp on derece çıkan sıcaklıklardan bahsetmiyorum. Baya, hani hırka üstüne kazak üstüne hırka üstüne palto giyilen kıştan bahsediyorum.

Nereye gitti o arkadaş.


Efendim nihayet, kasım ayına giriş yazısını yazıyorum huzurlarınızda, nitekim kasım ayı benim için önemli bir ay. 


Ha bir de, bir yerden sonra, ben “hoş geldin kış” tadında bir yazı yazmadığım için kışın gelmediğine inanmaya başlayacağım.

Ama o küçük bir olasılık.


Kasım ayı neden önemli oraya döneyim..


Öncelikle, bu tatlı güzel ay, benim tatlı güzel annemin dünyaya, anneannemin tatlı güzel kucağına düştüğü aydır.


Ailede, özellikle kendi çekirdek ailenizde sevgi olarak kimseyi kimseden ayıramazsınız, bu kesindir, ama annenin yerinin her zaman apayrı ve özel olması su götürmez bir gerçek, çünkü onun sizin için yaptıklarının, sizi doğurması gibi başlıca bir gerçeği bir yana bırakın hayatınızı güzelleştirmek için yaptığı diğer binlerce şeyin haddi hesabı yoktur, hakkının ödenmesi ise neredeyse imkansızdır,
Anneciğimi bu yazıyı okusa da okumasa da güzel yanaklarından kocaman öpüyorum..



İkincil olarak, bu tatlı ay, en sevdiğim tatlı ellerin, beni, benim güzel hayal dünyamın, akıl boşluğumun içinde bambaşka bir yere taşıyan, elime rengarenk kelimeler, düşler, şiirler veren ellerin, avuçlarıma düştüğü aydır. 


“İki yanımda sallanan ellerimin 

Elini tutunca anlam bulması gibi,
Bir şekilde yokluğunda eksik olmak gibi,
İki ucu birbirine bağlanan bir labirent gibi,

Dönüp dolaşıp seni bulmak,
Bıraktığım yerde,
Ve seni bıraktığım halinle yine sevmek,

Ya da, sevmekten vazgeçilir mi ki?”

Demişim, iyi de demişim be adam. Seni de öpüyorum, hem de en süslüsünden.

Şimdi size geri dönelim, siz ne yaptınız,
Siz kimlerin elini tuttunuz bu mevsimini bulamamış Kasım ayında?
Siz de mutlu oldunuz mu, sırf merakımdan soruyorum, hangi ayı böyle seversiniz benim gibi?

Tuhaf korkularım oluyor bazen, bazı şeyleri çok sevmekten her zaman korkuyorum.


Kasımda aşk başkadırı çekmeselerdi, ben daha güzelini yazacaktım.
Üstelik, başlığıma da yapıştırdığım bu klişeyi, klişe deyişim burada filme bir gönderi değildir tamamen dilimize yapışmış bir laf olmasındandır, teknik olarak izlemedim bile.

Evet, Kasım'da Aşk Başkadır'ı izlemedim.
Ben, romantik geçinen ben, izlemedim arkadaş.

Üstelik ben romantik filmleri çok da sevmem,
Yüzde yüz ağlayacağım filmleri kesin olarak sevmem,
Hele romantik komedileri hiç sevmem.

İzlemem demiyorum, izleyince ağlarım da, gülerim de, ama sevmem işte. 
Yine de bir top 10 yapsam şimdi yarısı romantik film çıkar ama, siz buna he diyin geçelim.


Ben romantik filmlerin, ya da filmlerdeki romantik, ikili ilişki sahnelerinin, bana çağrışım yaptıranlarını severim,
Misal, 

Moulin Rouge'un tango sahnesindeki kıskançlığı hissetmeyi severim,
Her bir ayak darbesi, Ewan'un şarkı söyleyişindeki acı, isyan, bana aynı durumu yaşasam nasıl da delirebileceğimi hissettirir.

Like Crazy'de (bu filmi dünyada bir tek ben izlemiş olabilirim, ama canınız sıkkınken izleyin, güzel film) kızla oğlan arasında geçen ilişkinin ve hatta bütün filmin, gerçekçiliğini severim, en çok da "bütün bir yazı yatakta geçirelim" sahnesini, bir de ilk aylarını hızla gösterdikleri sahneyi. Çünkü, orada kendimi görebilirim, ben de oradaydım bir zamanlar..

Jeux d'Enfants'daki (Cesaretin Var mı Aşka, nasıl saçma bir çeviriyse) aşkın deliliğini severim.

Daha bir milyon tane sevdiğim saçma ayrıntıyı yazarım, yapmayacağım ama, bu bambaşka bir başlık konusuna sarıyor..

Ama romantik filmler konusunu toparlayacak son sözüm, bir gün basılma şansı bulursa, ki benim hayalimde aslen bir film olan, romanım Güneş ve Kumsal'da da, benim bu filmlerde, bazen şarkılarda, bazen de hayatın herhangi bir anında bulduğum o kafanıza ya da kalbinize 'tık' ettiren ayrıntıyı size de hissettirmek için elimden geleni yapıyorum..


Kasım diyordum,

Kasım vize ayıdır, 
Başarı dilemezsem, işiniz ters gider şimdi, 
İyi şanslar hepinize, Allah akıl fikir versin.

Allah çalıştığınız yerden sorsun inşallah.



Kendimi İstanbul'un göbeğinde, bazen, Amazonlarda yaşıyormuş gibi hissediyorum.
Yağmurun sesine bak, dertli dertli ağlamıyor, bildiğin şakır şakır.

21 yaşıma geldim, böyle saçma, böyle tutarsız hava görmedim.

21 yaşıma geldim yazınca ne kadar da komik oldu di mi, daha Dante'nin gözünde adam olmam için 14 yılım var, bu bir ergen yılı eder.

17 yaşındayken bir şiir yazmıştım, o zamandan beri bir alıp veremediğim var şu Dante'yle de, nihayet okuyorum kendisini ama, daha bitirmek nasip olmadı, buradan yıldızın parlasın diyorum.



Bizim okulun meşhur Ağaçlı Yol'unda ağaçlar yeşil yeşilken, kim inandıracak beni 23 güne sonbaharın biteceğine?
Sonbaharda yapraklar dökülür evladım. 
Sonbahar dediğin adamı sağdan sağdan kışa hazırlar.

Ben hazır değilim kışa arkadaş,
Ben bir hafta önce denizde yüzüyordum ayıptır söylemesi. 

Bu havanın arada kalmışlığı, beni de arada bırakıyor, sabahları canım yataktan çıkmak istemiyor, bilmiyorum size de oluyor mu?
Kasım'a birinci sitemim bu, rica ediyorum artık kış gelsin,
Gelsin ki gitsin, sonra da gitmek bilmiyor.

Sıktık sıktık parfümleri, 4 mevsim indi ikiye.

4 mevsim olacak ki, ruhunuz da 4 mevsim olsun,
Çalkantı yaşayın biraz, cilde iyi gelir, ama nerde..


Kasım'ı bir başka severim işte,
Yazıyı kapatmadan, bir de şiir çakacaktım eskilerden, inanın hangi birini yazsam karar veremedim..

Yalnızca bir süredir yazmadığımı fark ettim ve özlediğimi,
Yani gece yeni başlıyor..


Şimdilik hepiniz öpüldünüz,

Hırkasız dolaşmayın evde, battaniyesiz yorgansız da uyumayın,
Kasım çarpar anlamazsınız..

İyi geceler,
Öpüldünüz.
ÇS*12



21 Ekim 2012 Pazar

Uçtu Uçtu, Felix Uçtu..

Gibi bir başlık atmak inanın önceden planladığım bir şey değildi.
Bunu düşünüp uzun süre gülmedim yani, hakikaten, niye yaptım ben bunu şimdi.
Neyse, beni böyle sevin sevecekseniz.

Felix'i anlatacağım dedim, bir hafta oldu.
Bu aralar hep rötarlı bir insan oldum, olsun, beklemek erdeminizi falan filan arttırır, o bu şu.


Felix'in neyini anlatacaksın, atladı gitti bir hafta oldu,
Ölmedi zaten de o kadar canlı izledik,
Trajedi de olmadı,
Daha ne anlatacaksın demeyin,
Ben biraz gidişatımıza söyleneyim istiyorum çünkü, arada da bir iki kulak arkası bilgisi sıkıştırıp bu geceki öpücüğümü yanaklarınıza iliştireyim diyorum.


Öncelikle bilmeyebiliteniz olan bir mevzudan gireceğim,
Felix'in atlayışı aslında bir deneydi.

Uu, sessizliği duyar gibi oldum.

Şimdi siz "hayatın her evresi bir deney değil mi dostlar" geyiğine girmeden,
Duruma bir açıklık getireceğim,
Ben de "Neden Roswell?" başlıklı bir yazıya atlayınca okuma fırsatı oldum, size anlatmazsam yara çıkarırım...

Malum emmi oğlu Roswell'den atladı,
Tamam da Amerika'da başka yer mi yoktu,
Ya da malum bölge bilindik yer havalı yer, uzaylıya denk geliriz falan mı dediler.

Mevzu 70 yıl öncelerden.
Roswell'de malum uzaylı mevzuları patladığı sıralarda, bizim bu fastfoodçu Amerikalılar demişler ki,
"Yahu, bu astronotlar, acil durumlarda, aracın içinde yanmasalar da paraşütle atlasalar ne kral olurdu."
Mühendisler düşünmüş taşınmış, deneyelim demişler,
Plastik mankenleri atıp atıp tutmuşlar,
Tabii basınçtaki dengesizliklerden döne döne burula burula inen mankenler parça parça çevreye yayılmış.
O dönem Roswell'in yerlileri, gecenin bir vakti ambulansla taşınan mankenleri uzaylı sanmışlar,
Oysa ki adamlar deney peşindelermiş,
Mankenlerin üzerinde araştırmalarını yapınca,
Artık etli butlu bir insanımızı atalım demişler,
Felix'in atlayışında, NASA'dan koordinasyonları yapan tonton amcamız,
Joe Kittenger, ta 1960'da,
Aynı şekilde balonla yükselip, 31 km'den atlamış.
Şimdi adamın 52 yıl önce başardığı mevzu ne oldu da bu kadar önem kazandı o zaman, ya da ne beklendi bunca zaman..

Öncelikle Felix dedi ki, ses hızını aşalım arkadaş,
Şimdi mevzuya bir rekor girince sponsor bulunması da kolay tabi,
Belki Felix'in bir sponsoru olmasa,
Amerikan'ın, geleceğin uzay yolculuklarını kusursuz ve tehlikesiz hale getirecek bu deneylerinden ilgisi olan olmayan her insan haberdar olmayacaktı,
Ancak Redbull kurdu siteyi verdi canlı yayını, hepimiz şahit olduk,
Felix'in selam çakıp uzaydan aşağı atlamasına.

Ben canlı izledim, malum Uzay okuyoruz, izlemeseydim yüzüme tükürürdünüz,
Annem adamcağız ölmesin diye bildiği bütün duaları okudu.
Felix rekorlarını kırdı,
Ölmeden yere indi,
Deney başarılı oldu, Amerika bir adım daha atmış oldu, Avusturyalı paraşütçü sayesinde.


Şimdi bu noktada bir dur diyeceğim.

Felix uzaydan atlarken siz ne yapıyordunuz merak ediyorum.
Ben şahsen yemek yiyordum, arada çıkıp çıkıp kontrol ettim bilgisayarı,
Ertesi günkü dersime çalışma ya da genel olarak herhangi bir şeye çalışma gibi bir kaygım yoktu.

Benim milletimin pazar günüydü,
Bizim çocuklarımız pazar günleri banyo yapar mesela,
Çalışanlar yatıp yuvarlanır evlerinde,
Öğrencisi de boş gezmek için bahane arar.

Benim milletim aynı sürede,
Bacımızın yengemizin neresi görünürse tahrik oluruz diye düşünüyordu.

Benim milletimin vekili bakanı hala,
Barbie bebeklerden tahrik olabiliyorlardı.

Benim memleketimde tahrik kelimesini iki kere üstüste kullanmaktan,
Ben bile rahatsız olabiliyordum.

Benim memleketimi yönetmekle yükümlü kimseler,
Okullardan benim memleketimin kurucusunun adını silmeye çalışıyorlardı,
Ki aynı o okullarda okuyan çocukların öğrenimini kolaylaştırmak,
Bilgilerini geliştirmek yerine,
Arapça okusunlar yeter anlamalarına gerek yok mantalitesini yerleştirmeye çalışıyorlardı.

Benim milletim bilime yeniliğe yatırması gereken parayı,
Olmayan bir savaşı yaratmak,
Başkasının işine burun sokmak için kullanmaya uğraşıyorlardı.

"Modernitenin Oluşumu" dersi hocam bile,

Nereye ne yazdığınıza dikkat edin başınıza dert olur diyordu.
Benim memleketimde uzaya gitmekten değil,
Baş örtmekten konuşuluyordu.

Benim memleketimde bilim gençliği değil,
Din gençliği üretilmeye çalışılıyordu.


Ben yemek yiyordum,
Siz kanepede uzanmıştınız,
Sonra hepimiz uyuduk.


Dünya'nın geri kalanından kaç yüz yıl geride olduğumuzun farkında değil mi hiç kimse diye düşündüm.


Gerçi biz hala de'yle da'yı ayırmayı bile öğrenemedik ya.

Haydi iyi geceler.
ÇS*12

16 Ekim 2012 Salı

On Yüz Milyon Bir Yıldan Sonra..

Mesela, yuzde 8 olan mukemmel sarjimin hepsini, size, bu telefonun abidik Turkce'siyle blog yazmak icin harcayayim diyorum, ne dersiniz?

Beni islak odunla kovalayin.

Yok ya, galeyana gelen falan olur simdi mazallah, yani diyorum ki, benimle muhabbet etmeyi ozlediniz degil mi?

Gerci teknik olarak bu yaptigimiz muhabbetten sayilmiyor ama oraya girmeyecegim simdi, sarjim musait degil..

Ne diyordum,
Ne guzeldi yazin degil mi, her gun sohbetler, konular..
Simdi anlaticak cok seyim var, bilgisayarin basina cokemiyorum bir turlu..

Ki bu aksam da cokemeyecegimi hesaba kataraktan, illallah diyip size sahilyolundan seslenmeye karar verdim..

Aslinda Felix'i yazasim var iki gundur,
Ama onu telefondaki mukemmel edebiyat parcalayislarimla heba etmek istemiyorum, reklami yaptim bedavadan, yarin obur gun aklinizda olsun derim..

Yalniz trafik yok,
Kafam karisti.


O zaman bugun Halic trafiginde gelen super (!) fikrimi aciklayayim bu tadimlik gecis yazimda..

Bu arada sanirim blogda ilk kez 'super' kelimesini kullaniyorum, ne kadar 90lar bir kelimeymis o ya, neyse..


Evet, hazirsaniz..
Diyorum ki,

Yilbasinda kendi top5 imi yapayim.
Baya, yazilarin top5 i de olabilir, kisisel sacmaliklarimin da olabilir, hatta sizin sacmaliklarinizin da olabilir..

Fikirler, fikirler.

Hatta araligin her gunu, uzun uzun yazilar yazamasam da sizin icin her gun farkli bir top 5 vereyim diyorum.

Hani, ne yaptik 2012de, genelden ozele gibi bir sey olabilir, bununla ilgili fikirlerinize acigim, sevgili okuyup da okudugunu belli etmekten de hoslanan tatlilarim..

Sanirim bu vizeler yaklasiyor kafasi,
Ama cok da kotu fikir degil bence,

Hatta keske siz de katilabilseniz mevzuya,
Ah su formspring meselesinde bir anlasabilseydik..

Bence, aralikda bol bol gulecegiz,
Tabii Mayalar hakli cikmazsa,
Gerci cikarsalar da gulecegiz ama..
O yusuf yusuf olacak..


O zaman hepinizi kocaman opuyorum,
Ozlemisim bak,
%4'luk sarjimla,
Sevgilerle, iyi geceler..
ÇS*12

28 Eylül 2012 Cuma

Ben Anlatacağım, Siz Yine Bildiğinizi Yapacaksınız..

Öncelikle huzurunuzda bu kadar az yazdığım için kendimi kınıyorum.
Kınadım bitti.

Haftasonu artık illallah dedirten kaçamaklarımın sonuncusuna çıkacağımı düşünerekten, şu ayın son yazısını bu akşam yazayım dedim..
Ha bir de ilhamın gelmesi meselesi var tabi, onun etkisi de damarlarımda seziliyor.

Haftada bir gibi çirkin bir sayıda yazınca hep içinde bulunduğum aydan bahsettim, biliyorum,
Belki de sonbaharı pek de sevmediğimden..

Acaba sonbaharı sevmediğim için mi okulda en iyi dönemim hep güz dönemi oluyor?
Bak bu ilginç bir bakış açısı oldu.

Diğer mevsimlerde varsa yoksa sağda solda sürt.
O da biraz kaba bir çıkış oldu ama, her neyse..

Gelelim bugünkü tatlı konumuza..
Konumuz, değişiklikler, yenilikler, hayata hep olduğun yerden bakmamaca, arada bir de olsa ileriye yönelik hamle yapmaca gibi bilumum gaza getirici havaya sokucu konuların tatlı bir harmanı olsun diye düşünüyorum derken bile amma uzattım girişi sadede gireceğim, sıkılmayın.


Bugün yine, "mentor" havamdayım, o yüzden kişisel meselelere lak diye gireceğim..

Kendinizi aşmak için yapmanız gereken tek şey, canınızın en istemediği şeyi yapmak.
Kendinizle kavga etmek yani, 
Edin, çekinmeyin, içinizden bir yerin kalkıp gideceği yok..
Hayatınızda ne olmuyorsa, hangi iş yolunda gitmiyorsa, hangi konu canınızı en çok sıkıyorsa,
Bilin ki tek sebep kendinizsiniz.

O yüzden kendinizle kavga edin,
Ve son sözü siz söyleyin.

He nasıl olacak o deyin,
Vallahi ben yaptım oldu.
Şuan size tam ne yaptığımdan bahsetmeyeceğim, ama ilerde elbet lafı geçer,
Biraz sürpriz kalsın istiyorum da, ayıptır söylemesi..

Mesela,
Bu hafta sonu normalde yapmayacağınız bir şey yapın,
Tabi zorla sıkıcı işlere girişin demiyorum,
Yapmak isteyip de bir türlü cesaret edemediğiniz
Ya da tembellik ettiğiniz bir şeyi..
Ve bunları söylerken gerçekten inanarak söylüyorum, bence yapabilirsiniz.

Kendinize gıcıklık yapmayın.

Şimdi düşünüyorum da, kendimden daha çok gıcık olduğum bir kimse yok herhalde,
Tabii herkes kendini sever ama en çok da kendimizi baltalıyoruz en nihayetinde.

Yapmayın.


Yenilikler..
Yeniliklere açık olun diyeceğim ama başta dünya üzerinde yeniliklere en kapalı insan bizzat benim,
O yüzden bana pek bir laf düşmüyor;
Yine de,
Bakın ben bile yeni bir şeyler deniyorsam, siz geç bile kalmışsınız demektir..

Sırf kendi facebook'umu ele alayım mesela,
Bakıyorum son üç yıldır saçının şeklini bile değiştirmeyen insanlar var..
Biraz yenilikçi olun,
Biraz kendinizi açın dünyaya..

Bugün,
Utanarak söylüyorum ki, 
Uzaydan iki tatlışımla, 3 yıldır ilk kez beraber Beşiktaş'a ve Taksim'e gittik.
Nasıl böyle bir şey olabilir değil mi?
Biz de şaşırdık, 
Üşengeçlikten mi, şapşallıktan mı bilinmez,
Ancak hayatımıza nihayet bu tatlı yeniliği kattığımız için resmen mutlu olduk bugün.

Onu geç,
Şu İstanbul'da kimbilir kaç semt var görmediğiniz ve görmediğim,
Neden hep aynı yerlerde takılıyoruz? 
Küçük popomuzu kaldırıp biraz tanımalı, 20 yıldır soluk aldığımız bu şehri..

Alın size yenilik.


Hayata hep aynı yönden bakmamaca,
Bu herhalde bir insandan istenecek en zor şey,
O yüzden, birden kafanızı bana doğru çevirin demeyeceğim ama,
Arada bir de olsa kafayı sağa sola çevirmek iyidir.

Dar görüşlü olmayın,
Ve lafta kalmasın bu.


Çünkü aslında,
En temelinde,
Herkes her şeyin en doğrusunu biliyor,
Tam emin olmasa da kestiriyor, ancak yapmıyor,
Çünkü insanoğlu deneme yanılma yönteminden asırlardır çok memnun,

Yanılırsam bile denemeye değdi,
Diyoruz,
Çünkü kendi kendimize yaptığımız her şeyin "iyi bir sebebi" vardır,
Bir başkası bize şunu yap dese hayatta denemeyiz ama,
Ben de diyorum ki,
5 seferde bir kez de olsa, bir başkasını da dinleyin.

Belki hayatınız zenginleşir.


Bu akşamlık bu kadar fikir vermece yeter,
Nitekim siz yine canınız ne çekiyorsa onu yapacaksınız,
Ama belki 4 satırda bir bana hak verdiğiniz de olmuştur,
En azından kulağınızda bir yere kaçar saklanır orada belki düşüncelerim..

Bir dakika, 
Sesli okumadığınıza göre, gözünüze kaçar mı demeliydim?
Her neyse...


Bana gelince,
Okulun ilk haftasını geride bıraktım,
Hayal kırıklığı yaşadığım bir iki ders var, açıkçası, 
Nitekim bu dönem hepsinin ismi o kadar havalıydı ki,
Hatırladıkça kendimi direk NASA'ya gidiyormuşum gibi hissediyordum..

Olsun en azından NASA'ya bizzat gitmiş hocam da var bu dönem,
Ya şimdi ne diyeceksiniz?


Bak bir yeni özlü söz de buldum şuan,
Başkasının başarısıyla övünülmez.


Bu çok açık oldu ya, keşke daha üstü kapalı söyleseydim,
Kaşına gözüne, güzelse sana ne?
Gibi, bak bu daha iyi oldu, yazın bunu bir yere.


O halde, 
Haydi gelin de öpeyim yanaklarınızdan,
Nitekim bu akşam bayadır biriken bir sevgi yığını var içimde, 
Sarılasım, koşasım var
Hayırdır.

İyi geceler,
Öpüldünüz bir kaç kere..

ÇS*12

22 Eylül 2012 Cumartesi

Bir Ticaret Deneyi ya da Baklava...

Tatlıcı açılışında,
"I'm Sexy and I know It" çalmamalı,

"I'm Fat and I'm Growing" gibi bir şarkı daha çok uygun olur bence.

Nitekim ne kadar "I work out" yapsanız da az önce yediğiniz o beleş baklavalar erimez arkadaşım,
Doğruya doğru.

Allah'ıma çok şükür en azından tatlı yemeyi sevmiyorum.
Ha bir de tatlı sevsem, neler olacak.



Yine eczanedeyim bugün, 
Ve karşı sırada bir milyonuncu kez yeni bir dükkan açılıyor. 
Bir milyon bir kez de kapanıyorlar, bu üzücü bir durum tabi.
Şu ana kadar denenmedik iş türü bırakmadılar,
Kebapçı, halıcı, beyaz eşyacı, kumaşçı, kasap, fotoğrafçı, ayakkabıcı, çantacı, giyim mağazası, bakkal, kuyumcu, fırın, gelinlikçi, camcı, hatta bir dönem dini kitaplar satan tuhaf bir mekan, astrolog/medyum..

Bizim de bunlar arasında para kazandırmadığımız yok mesela, o apayrı bir konu.

Hoşgeldiniz alışverişini çok severiz biz.


Ha bak medyuma ve dini kitapçıya gitmedi annem, şimdi hakkını yemeyeyim kadının.

Her açılış beklenmedik derecede renklidir.
Mesela deve getirme modası var burada Allah sizi inandırsın,
Daracık yolda, sokak arasında devenin işi ne.
Sonra neden kasabımızdan kimse alışveriş yapmadı..

Kasap demişken, bir kaç sene önce şuan yerinde Akbank şubesi olan 2 dükkan yanımızdaki yerde kasap vardı.
Düşünün şimdi banka olabilecek büyüklükteki bir mekanda kasap,
Arkada ne kesiyorlardı,
İki katlı 4 dönüm yeri ne amaçla kullanıyorlardı,
Ne satıyorlardı, inanın hiç kestiremiyorum.

Eskiden beyaz eşya satılan tam karşımızdaki kocaman mağazada şimdi medikal market var mesela,
Demek ki artık evimizden çok sağlığımıza düştük,
Ya da giderek evhamlı mı oluyoruz ne?

Bir kişi de görmedim içeri ayağı kolu kırık girsin, ne alıyorlar bu kadar bilmiyorum, 
Allah bereket versin tabi ne diyeyim...

Eskiden kebapçı olan yerde şuan pideci var mesela,
Bu tamamen stratejik bir değişiklik diye düşünüyorum,
Kebapçı niye tutmadı da pideci tuttu?

Çünkü adamlar sahurda sıcak pide çıkarıyorlar,
Helal olsun demek düşer.

Yıllardır kapanmayan, hiç değişmeyen yerlere gelelim mesela,
Birincisi, maşallah biz,
Malum eczane, giysiye ayakkabıya benzemez bu, zorunlu ihtiyaç,
İkincisi telefoncu, 
Benim ülkemin evlatları konuşmadan durabilir mi?
Çok başarılı bir ticaret seçimi,
Üçüncüsü oturma grupları, oda takımları satan galeri,
Tenceresiz tavasız olur ama taşta oturacak halimiz yok..
Dördüncüsü berber,
Mahallemizin erkekleri saç ve kişisel bakımlarına pek bir düşkünler, 
Berberler yıkılmaz
Ve son olarak ocakbaşı..
Normalde buraya yemelere doymuyoruz gibi bir yorum yapardım ama,
Orada bambaşka işler dönüyor diye düşünürüm yıllardır,
Buna girmeyeyim, aramızda kalsın..

Siz yemeye düşkünüz diye düşünün,
Başka düşkünlükler gelmesin aklınıza.


Yeni açılan tatlıcımız,
Adı, "Tatlı Fark" 
Böyle şakacı isimler koymalarına bayılıyorum.

Ciğerciye,
Can-Ciğer, Canım Ciğerim, Ciğerimin Köşesi gibi isimler koymak mesela,

Memleketim en çok yiyecek konusunda şakacı zaten,
2 cadde aşağımızda bir tavukçu var önünde duran dubada
"Dikkat Çevirme Var" yazıyor.


Evet, piliç çevirme.

Ve ben bu espriye üç gün gülmüş olabilirim, kabul ediyorum.


Bir de "Öz" ön ekine çok tavım.
Öz eki koyunca mekana bir gerçekçilik ve güvenilirlik geliyor.
Mesela karşımızdaki pideci, "Öz Malatya"
Baya, o gittiğiniz Malatya bir düzmece,
Öz Malatya bizim karşı sokağımızda,
Gece yarısı pide satıyor.

Biz de eczanenin başına bir "Öz" çaksak parayı vururuz bence.

Şuan sevgili tatlıcı açılışındaki DJ'i vurursam kaç yıl yerim diye düşünüyorum.
"A huuuuuu" diye bağırdı az önce.

Acaba mikrofonu boğazına soksam, bir kişi kurtarır mı boğulmasın diye?

Biz ne açılışlar gördük,
Ne itici palyaçolar,
Ne kabus müzikler,
Ne patlayan bavullar, 
Ne develer. 

Ama memleketimin gidişatı ortada,
Bir işe başlıyorsanız üç kuruş aklınızı da ortaya koymanız lazım.

Yarım kilo eti üç ayda bir alanların çoğunluğu oluşturduğu bir mahallede,
10 milyara iki katlı dükkan tutup et satmak akıl karı değildir. 

He tatlı yemeye ihtiyacımız var ama,
Nitekim tatlı konuşacak bir konumuz kalmadı bu memlekette.


İzin verseler de hepimiz adliye, mahkeme, hapishane açabilsek mesela,
Nasıl olsa o iş hepten yalamaya döndü,
Bari bu işlek kapıdan biz de nasibimizi alalım.


Hepimiz şişmanız.

Açımız tokumuz, hepimiz tüm gün yalnızca boş laflarla karın doyuruyoruz.
Hepimiz şişmanız.

Kapanan kasap yerine,
Meclis açmalıyız bence,
3 ayda bir et alsalar da yine bize oy verirler,
Bahçelerine çiçek dikmeliyiz ama,
Ve meclisi sahurda da açık tutmalıyız, müşterisi bol olur diye.
Meclisin kasasına da oturdum mu, değmeyin keyfime. 

Meclisimizin adı da, Öz Meclis olsun.
Bu iş tutar.

Peki ben bugün yazımda ne anlattım.
Hani lisede öğrenmiştik ya, deneyler iki bölümden oluşur,
Nitel gözlem ve nicel gözlem,

Benimki son 10 yıldır aynı caddenin 2-3 sokağı kapsayan bir bölümünde yaptığım
Nitel gözlemdi,
Nicel kısmı için,
Kapılarını tek tek çalıp ne kadar kazandıklarını soracağım,
İki grup olacak, sabit grup ve radikal grup,
İşim uzun yani,
Bunları bir deneye vardırırsam işin sonunda,
Size şuan okulu bırakıp hangi ticarete atılacağınızı söyleyeceğim..


Ya da boşverin hepsini, gidip bedava baklava yiyelim..

Öpüldünüz, ki zaten bu memlekette öpülmediğimiz gün yok..
Sevgilerle,
ÇS*12