29 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir Ders Seçimi Klasiği 1..

Bu sene derslerimi 10.00 da aldım.


75 krediyi dönünce İTÜde hayat daha tatlı, bunu farkettim.
Tabii orayı dönene kadar hayat hiç de tatlı değil, o ayrı..

Bu yazıyı,
Bugün otomasyona giriş dahi yapamayan, 
"Bilgisayarı kapattım kahvaltı ediyorum." diyen,
Çılgınlar gibi yenileye tıklarken açılışın 11'e alındığını fark bile edemeyen,
11de başlayacak diye rahatlayıp ders alanlar olduğunu duyunca kaderine lanet eden,
Okulu bırakma kararı alan,
İkinci senesinde olup henüz 2. sınıftan sayılmayan, bunlar alamıyorsa ben ne halt yiyeceğim 31inde diye kederlenen,
Ha tabii bir de biz de bu yollardan geçtik diyerek koltuğunda gerinip gururla kahvesini yudumlayan,

Tüm sevgili İTÜ'lü kardeşlerime ithaf ediyorum..

Bir ders seçimi klasiği, şahsi tatlı ders seçimi anılarım..


Oysa ilk dönem ne tatlı oluyor, 
Okulun ilk dönemi sistemin açılmasından iki dakika önce aldığım derslere sevinip, oysa ne tatlı oluyormuş ders seçmesi demiştim, ah çocuk, ben de tatlıymışım..

İTÜ'nün en dertli yanı, çoğu şeyi bizzat burnunuz sürtülerek öğreniyorsunuz,
Hani bir kişi de siz şapşal seçimler yaparken, hop orda dur tatlım ne yapıyorsun demiyor..
Özgürlük güzel şey, ama bazen bir el başınızdan tutup sağa sola çevirse de istemiyorsunuz değil,
Mesela ben okulda koca bir dönem kaybettim, bu yönlendirilmeme sebebiyle..

Bak yönlendirmek isteyen, sorularınıza açık ve istekli insanlar var tabii ki, kendilerini buradan kocaman öpüyorum hatta!
Ancak çoğunlukla kendi şapşallığınızdan onları zamanında bulamayabiliyorsunuz, her neyse..

İkinci dönem, birinci dönemin verdiği rahatlıkla bilgisayar başına geçtiğimde,
Çok mutlu bir çocuktum,
Hatırlıyorum,
Yanaklarım al aldı, böyle elma yanaklı sevimli bir çocuktum.

Sonra hakaretler etmeye başladı dilim, İTÜ insanı fena bozuyor bazen..

Nitekim yaklaşık bir saatlik umutsuz bir çabalamadan sonra, gerçekle yüzleşip kaderime lanet ederek,
Durumun psikolojisinin verdiği yoğunlukla bilgisayar başından kalkıp,
Televizyon başına geçtim ve,
Selena izledim.

Evet Selena.
İnanın ders seçiminden daha keyifliydi.
Kafa açıyor en azından.

Böyle farklı dünyalara gidiyorsunuz.
Tam ders seçiminde aranılan haz.


Sonra beni bu kayıp ruh halinden sevgili bölümdaşım Zeynep U. çıkardı, beni ormanda kaybolmuş Tarzan ruh halinden çıkarıp "benim derslerimi bir arkadaşım alıyor, seninkini de alsın" dedi.
Ne tatlı insanlar var dünyada,
Sevgili Umut A.'ya zamanında beni tanımadığı halde bana ders aldığı için teşekkür ediyorum, öpüyorum hatta..
Kendisine hala bir pasta borcum olması lazım, neyse ki unuttu.
Şaka canım, bunu okursa kesin alırım.

Peki biz siteyi görmeyi bırak neredeyse internete bağlanamayacakken, bu çocuklar nasıl kendilerini bırak bir de ona buna şuna bile ders seçtiler dedik,
Cevabı, dersleri gidip okuldaki bilgisayarlardan almaktı.

Bu fikri sevdik, yaparız biz bunu dedik, 3. dönem.
Mis gibi bir sonbahar başlangıcı, okulda sabahlamak üzere yola çıktık..


Bizim okul korku filmi seti vesselam, 
Akşam 8 civarıydı okula girdiğimizde, o zaman da körpeciğiz,
O ağaçlı yolda sanarsınız sağdan soldan kurtlar ayılar atlayacak..
O akşam önemli bir maç vardı, arkadaşlarımız geç geleceğiz dediler,
İki kız ağaçlı yolda güle kıkırdaya, neden aydınlatma özürlüyüz diye söylenerek kütüphaneyi bulduk..

Tazeler bilmez, eskiden kütüphane gece açık değildi,
Totalde 20 kişilik olan rezerv kısmı açıktı sadece, hani bir de gidip masa kapma derdi vardı,
Plajda şezlong kapma misali.. 

Masaya havlumuzu attık tabii,
Sanırım sabahlama maceralarımızın en neşelisi o ilk dönemdi, 
Gecenin bir saati yemekhanenin yanındaki banklarda pizza yemiştik mesela, tatlı zamanlardı,
Her şey kalabalıkken keyifli galiba.. 
Ya da aşıkken.. 

İşin dedikodusuna girmezsem olmuyor değil mi?

O gece sabaha karşı, kampüsün önünden geçen yolda tuhaf hareketler sergileyerek uyanık kalmaya çalışırken, nedense güzel şeyler olacağına inanmıştım.. 

Bir de o zaman, yoklama derdi vardı,
Bizim fakültede de, yani Uzay-Uçakta, yoklama vardı ancak bir kağıt parçasından oluşuyordu, biz o sebepten ne olur ne olmaz diye elektrik fakültesinin yoklamasına yazılmıştık.

Nitekim, şekerli bir su pıtırcığı gibi tatlı fakülte sekreterimiz Aylin abla,
Nedense ertesi sabah gelip haşırt diye yoklamayı ortadan ikiye ayırmıştı, 
Yeniden yapılacak diyerek, o sabah neden kızgındı bilemiyorum..

Elektrik-elektrikte de bir ekip var, sanarsınız yoklama almak için doğmuşlar, 
3er saat arayla yoklama alma fantezisi, izlenilmeye değer bir aktiviteydi ama..
Fakültenin "abileri" ki kendilerinin mutlaka arabası vardır,
Yoklamayı başlatırlar,
Sabah kim labları kullanacak sıralaması,
Gece 12de, 3te ve sabah 6da, 3 tane yoklama yaparlar..
Aradaki süreçte onların arabası var tabi girer, uyurlar,
Siz de yoklama kaçmasın diye tam o saatte elektriğe yürürsünüz fiti fiti..



Yoldan buradayım diye bağıranlar,
Kız ismine burada diyen erkekler, erkek ismine burada diyen kızlar,
Ve acımasız yoklamacının kişi başına yalnızca 8 saniye ayırmasın, buradayım dedin, dedin..

O liste sabaha kadar neredeyse yarıya iner..
Yazık benim kardeşlerime, mutlaka uyuyakalırlar..

Son yoklamadan sonra da saatin 8 olmasını beklersiniz,
Ne zaman ki poponuz bilgisayar koltuğuna değer, anca rahatlarsınız,
Bu arada biz o dönem dersi kendi fakültemizden aldık, gece uyumayıp yoklama aldırdığımızla kaldık yani..

Gerçi benim bilgisayar bir türlü siteye girememiş,
Aynı süreçte Zeynep hem kendine hem de bana ders almıştı ya.. 
Olsun ben de sabahladım işte..

Sabahleyin arkadaşlarınız mutlaka söylenir, "öbür dönem hayatta sabahlamam!"
Evde eğlencede olsanız, hepsi söylenmeden bir güzel sabahlar ama..


4. dönem, artık bilir kişiler olarak, yine aynı kadro, 
Bir yarımız önceden yer tutup, diğer yarımız güle oynaya yiyip içip okula vararak, 
Bir başka rezerv gecesini başlattık..

O dönem bizim fakültede bilgisayarlar yenileniyordu, işe bak tam da seçim dönemi,
Bu kez hakikaten elektriğe mecbur kalmıştık, neyseki yoklama konusunda deneyimliyiz,
Önceden isim yazdırıp rahatladık..

Yalnız hesaba katılmayan şey..
O hava ne kadar soğuktu arkadaş..


Üstelik ders seçimi sebepsizce saat 2deydi,
Yani sabaha varmanız da yetmiyor, 2ye kadar takılmanız lazım..

Yavuz Ö.'nün 50 kuruş attım 2 su geldi diyerek neredeyse dans ettiği anı hatırladım da.. 
Her şeye rağmen keyifliymişiz..

Tabii dışarısının takılınamayacak kadar soğuması sonucunda rezerv sınırlarına çekilmek zorunda kalmak,
"Öbür dönem hayatta gelmem!" söylemlerinin haddinden erken söylenmeye başlanmasına sebep oldu, bu da azıcık tadımızı kaçırdı..


Dötümüz dondu dötümüz.
Ne ders seçimidir arkadaş!

Ertesi sabah labların açılmasını beklerken, elektriğin içerisine sığınmış taşlarda otururken bir fotoğraflarımız var, içler acısı.. Onları da yazıya iliştireceğim..

Sonuçta o gün de öle dirile okuldan derslerimizi aldık, yine ben kendim alamadım ya gerçi, bu kez de Yavuz önce kendininkini sonra benimkini hatta sonra bir başka arkadaşımızınkini de almayı başardı, ve okulu terk ettik..


5. dönem herkes resti çekti, daha da gelmeyiz dedi erkek tayfa..
Biz de kız kıza gezeriz bu gece dedik,
Nitekim benim evden ders almam için Tanrı'nın elinin değmesi lazım, o denli.

Yine bir sonbahar akşamıydı,
Bu kez İTÜ bize acıdı ve kütüphaneyi geceleri açık bırakma kararı aldı,
Ancak sanırım bu işin eğlencesini kaçırdı,
Nitekim kızlar sağolsunlar, fosur fosur uyudular koltuklarda, çok yer olunca yoğunluk da azdı zaten,
Tadı kaçtı yani sabahlamaların..

Nerede o itiş kakış oturmacalar..



Akşamdan yoklama alınmadığını öğrendiğimiz anı hatırlıyorum da,
Gülçin D., ne tatlı sinirlenmişti.. 
Zeynep'in de eve dönme narası attığına eminim..

O sene kütüphane önündeki anlamsız, Galata kulesi heykeli de taze dikilmişti, kendisiyle çok eğlendik o gece itiraf ediyorum..


Fakültemizin tatlı güvenliği, akşamdan beri gelip giden bu tatlı 5 kıza 
"Sabah ilk sizi yazacağım listeye." diye söz vererek, kalbimizi fethetmişti,
Dediğini de yaptı, laba ilk giren kişiler olduk, aldık dersleri..


6. dönem, İTÜ sınıf ayrıcalığı çıkardı, 
Geldik işin en civcivli kısmına,
Hindistanlı bir ermiş dedi ki..

35 krediyi geçersen 2,
75 krediyi geçersen 3,
110 krediyi geçersen 4,
150 küsuru geçersen de mesut olursun..

Hayda..
Ben ki gözetimin bağrından kopup gelmiş bir genç, nasıl 3 olayım, 
Sevdiklerimle yollarım, ders seçimi günlerim ayrıldı, kalbim kırıldı, daha da okulda sabahlamam dedim..

Ve evden aldım!
Ben de şaşırdım, aldım ama..

Bölünmece biraz da olsa işe yaramış dedim..
Tabii aldım derken ilk yarım saati kastetmiyorum, ümitleriniz kesilmeye yakın başarmazsanız, tadı olmuyor zaten..

Bazen rektörlüğün hepimizin odasına birer kamera yerleştirdiğini ve
Ders seçerken nasıl kızarıp bozardığımızı görüp mutlu olduklarını düşünüyorum..

Hakikaten, ders planı önüne gelen ne tatlı okullar var..
Ama bizim okulda ders planı hazır gelse, onda da binbir türlü sıkıntı yaparlar adama..
Mühendis olacağız tabii biz, önce çözüm üretmeli..


Yaz okulu en tatlısıymış, Antalya'da içkimi yudumlarken aldım derslerimi.. Bakınız, sağdaki fotoğraf..



Ve bu dönem, 
Tez zamanda 4 olmaya hevesli bir 3 olarak, fakülteme sabahtan rahat rahat gidip,
30 kişiyle tatlı tatlı, saatin 10 olmasını bekledim..
Zorlu yollardan geçmiştim,
Çok ders seçimi görmüştüm, artık biliyordum, o dersler benim olmalıydı..
Zeynep'e dönüp dedim ki,


"Ya bir kere de ben alayım 10.01de derslerimi."
Zeynep, söylenerek
"10.01 teşekkürler İTÜ falan yazıyorlar ya, ne kadar gıcık oluyorum." dedi..
Yineledim,
"Yahu bir kere de tam 10da ben alayım derslerimi.."

Saat 09.59da tıkladım kayıt menüsüne, tam o an açılan CRN kutucuklarını inanın algılayamadım..
Arkamdaki kız "kutuları gördüm" diye bir yakarış atmasaydı, kutuları gördüğümü fark etmeyecektim..


10.00
Şaşkınım.

Dedim, hala da şaşkınlığımı atamadım inanın..
Meğer İTÜ'de küçük olmak zor işmiş.. 
Büyüyünce sizi de seviyorlarmış.. 


Şimdi hala debelenen 2lere, ya da bu yazıyı okuyup yarından sonrası için içlenen 1lere sesleniyorum,
Umudunuzu yitirmeyin..

Ve size Tarkan'dan "İnci Tanem"i armağan ediyorum..

Sabredin inci tanelerim..


Sonra bir ara nasıl ders seçilir yazısı da yazabilirim,
Ne çok kanayan bir yarammış bu değil mi?
Öpüldünüz..
ÇS*12








28 Ağustos 2012 Salı

When Will I See You Again?*

Bir milyon kilometre ayrı da yaşasanız.
Hiç tanışmamış da olsanız,
Aynı duyguyu yaşayabiliyorsunuz ya o yabancıyla, işte ben hayatın en çok bu cilvesine hayranım..

Ki bunu defalarca söylüyorum.
Ki sanırım bunu her aklıma gelişinde söylüyorum.

En çok da şarkılar ele veriyor bu hissel eşliği ya, tam şuanda kulaklarımdan geçen bir kaç satır size bunları yazmamı sağladı..

"When will I see you again?
You left with no goodbye
Not a single word was said

No final kiss to seal any sins
I had no idea in the state we were in.."

Demiş Adele yengemiz mesela, her duyuşumda beni başka bir zamana götürüyor. 
Geride kaldığını umuyorum ya artık o zamanların, yine de içiniz çekiliyor bir şekilde..


Yalnız olmama duygusu,
Ya da yalnız hissetmenin imkansız olması,
Lafı her nasılsa tam da buraya getireceğim.


İnsan neden yalnız kalır?
Ya da insanlar neden yalnızdır?
Ya da her insan yalnız mıdır?
Ya da yalnızlık var mıdır?


Yalnızlık biz kendimizi yalnız hissettikçe vardır.

Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan gibi bir giriş oldu ama, 
Satırların sonunda aynı dile geleceğiz merak etmeyin..


Yalnızlık,

Hayatta algılayamadığım, algılasam da kabul edemediğim, kabul etsem tahammül edemediğim, tuhaf, kimsenin tatmamasını dilediğim, sınayan bir duygu..

Hani bir de yalnızlığından hoşlanan insanlar vardır ya ısrarla, 
Kendi istekleriyle yalnız kalmaya çalışanlar,
Bence dünyadaki sevgi herkese eşit bölüşülebilseydi, bu zavallı insanlar da olmadıkları gibi davranmak zorunda kalmazlardı.
Onlara da bir şekilde üzülüyorum ben, bence herkes kalabalık olmalı,
İçi dışı eşli ve kalabalık, çünkü insan dünyada böyle çoğalır..

Ruhen.

Sınayan bir duygu dedim,
Yalnızlık, ciddi bir sınavdır.

Öncelikle söyleyeyim, hiçbir zaman gerçekten yalnız olmadım, çok şükür ki,
Ve kocaman şanslı bir çoğunluğun da aynı şekilde hiç yalnız kalmadığını,
Yalnızca öyle hissettikleri için yalnız olduklarını biliyorum..

Yalnız olduğumu sandığım zamanlar çok oldu ama,
Bu bir tür bencillik bence,
Bizi seven diğer her bir insana karşı yaptığımız kocaman bir bencillik.
Fakat yaptım,
Yalnızlık, yalnız hissetmek, Dünya'yla birebir kavgaya girişmek gibi,
Tekil de var olabiliyorum, kaygısı.

Mutsuz olmak, dünyaya mutsuz olduğunu belli etmek,
Yalnızlık değildir mesela.


Yalnızlık, kalbinizde sizi aydınlatabilecek hiçbir ışığın kalmamasıdır.
Ki bu imkansızdır.
Yalnızlık, sevilmemektir.
Ki bu da imkansızdır.

Bu dünyada henüz öyle bir insanla tanışmadım ki, bir tek kişi bile onu sevmesin..
Eğer öyle bir insan varsa, sanırım gerçek yalnız insan  odur.

Biz, yalnız olmak için yaratılmamışız ki,
Düşünün, 
Neden bir çift olarak düşmüşüz dünyaya?

Yani, yalnızlığa hasret olmak, en başından insanın doğasına karşı değil midir?
Yalnızlık bu yüzden bizi mutsuz eder ya..

Sanırım mutsuzlukla yalnızlık bu yüzden birbirlerini çağrıştırıyorlar.


Temel olarak yalnız olmanız imkansız,
Dünya üzerinde sizin, 
İddia ediyorum,
Yalnızca sizin bile, birebir aynınız olan en az bin tane insan daha var..

Bunu duyuyorsunuz,
Bunu dinliyorsunuz,
Bunu görüyorsunuz,
Yaşıyorsunuz,
Dünya üzerinde kendinizi bölünmüş hissediyorsunuz,
Ya da size ait sandığınız anılar, dünya üzerine bölüştürülmüş gibi,
Bu kadar büyük bir bütünün, küçük, küçücük bir parçasıyken, nasıl gerçekten yalnız olabilirsiniz ki?


Yani yalnızlık, 
Hem işin özünde,
Sizin tatlı küçük çekirdek evreninizde,
Hem de ait olduğunuz bu büyük, gerçek ve sınırsız evrende imkansız.

Siz doğduğunuz andan itibaren,
Hücrelerinizin çoğalma hızıyla eş zamanlı bir şekilde ruhunuzu da çoğaltarak dünyaya paylaştırırsınız, ya da ruhunuz sizin için çoktan o dünyaya dağıtılmıştır, 
Siz bu parçaların her birini bulup tek tek elinizle kavrayıp yok etmedikçe yalnız kalamazsınız ki..

Yani dünyadaki bir milyon insandan birinin sizi sevmemesi demek,
Yalnız olduğunuz anlamına gelmez.
Sevgili benciller..


Ah şımarık insan oğlu.
En sevdiğin şey değil mi, kendi canını sıkmak.

Sıkmayın,
Aklınızda tutmanız gereken tek şey,
Bu dünyanın yalnız kalınamayacak kadar kalabalık olmasıdır.

İyi geceler tatlılar,
Öpüldünüz..
ÇS*12





21 Ağustos 2012 Salı

Nöbetçi Eczane, 1..

Zaaaart, akşam seansı.

Sarı* nöbetçi eczaneden bildiriyor, yavrum.
Bugün size eczanemizin gördüğü "highlight" sahnelerden ve eczanede nasıl davranmanız gerektiğinden bahsedeceğim, oldukça eğitici olmasını hedefliyorum.

Ne eğitimi yahu, gülelim söyleyelim işte.

Nitekim burası hakikaten orijinal bir ortam, gerçi canım memleketimin her bir köşesi bir başka orijinal ya..
Bence bu ülkede en kolay iş komedi yapmak, en kolay iş.
Çünkü başından sapına, dalından otuna, kıvrımından köşesine, işçisinden emeklisine,
Bu ülke bir komedi topağı.

Herkes komedyen, herkes doğuştan şakacı.

Hem düşüncesel hem davranışsal üstelik.

O yüzden gülmek, güldürmek için ekstra bir çaba sarf etmenize gerek yok bu ülkede, ki en sevdiğim yanı, her neyse..
Efendim eczane,
Normalde ciddi bir mekan olmalı değil mi?
Ne münasebet, 
Sağlık sektörüyle komedi sektörü arasında çok ince belli belirsiz bir çizgi var.

Daha önce bir top ten yapmıştım, blogta değil aranmayın.. 
Keşke aklıma hepsi gelse de bir daha bir daha anlatsam..
Ama hatırladıklarımdan bir derleme yapayım..


Eczanemiz 2001 yılında açıldı, 11. senemiz yani, ben de tüm bu yıllarda okul zamanı hariç tüm nöbetler aktif bir katılım sağladım, kısacası çok fazla saçma anı biriktirdim, keşke beraber yaşasaydık..
Her neyse..
Top ten..



10 numarada..
İlacının fiziksel görüntüsüne tamamen hakim olup adını bir türlü aklında tutamayan tüm değerli müşteriler..

"Mavi yassı küçük küçük haplar, içince ekşimsi bölye hafif tarçınvari bir aroma bırakıyor, güneşe doğru tutarsanız yeşil, suda çözününce açık mavi ile bebek mavisi arası bir renk oluyor."
"Adı ne?"
"Bilmiyorum ama 12 yıldır hep aynı ilacı kullanıyorum."

Ah canım ya, ah..



9 numarada..
Nöbetçi misiniz?

Anlatmama gerek var mı bilmiyorum, sence bayramın üçüncü günü ne yapıyoruz burada?
Sence diğer eczaneler kapalıyken biz niye açığız?
Birazcık hayatı sorgulamayı öğrenseniz teyzeciğim ya.. Olmaz mı?





8 numarada..
Yanık Laz

Hani çok farklı saatlerde yanık problemiyle gelen hastalar gördüm ama, gece 1de nereden güneş bulup yandınız.. Laz arkadaşımız, ama yöresel genetik damlıyor paçalardan, sarışın renkli gözlü, karakteristik burun ve yarı çıplak?!

Gece birde acımasız arkadaşıyla güneş yanığından uyuyamamış olacak ki, üstsüz eczaneye girer, neşeler yerinde ama bir pislik yaparken yanılmış..
"Abi yanıyorum bir krem var.."
"Yansın abi boşver verme.." Acımasız..



7 numarada..
Baskın Laz eş

Spesifik olarak bir şey anlatamayacağım ama o kadının kocasını dövdüğüne eminim.. 
Tam bir Laz bayanımız, tipi, konuşması, edası, hırçınlığı.. Eşi de hoşcana ama içine dönük bir adam, ben böyle atarlı, böyle iş bitirici bir karakter daha görmedim.. İçeride 20 dakika durdularsa tüm bu süre boyunca kadın konuştu, kendi sorularını yanıtladı, istediğini aldı istediğini almadı, parayı ödetti ve çıkıp gitti. Saygılar..





6 numarada..
Laz arkadaşım, hakikaten bu Laz grupta bir sıkıntı mı var sanki?

Yine favorilerimden..
Laz diyorsam hakikaten Temelden bahsediyorum. Hani tipleme vardır ya, beresinin üst kısmı havadadır, anladınız mı? Laz arkadaşım akşamüstü gelir hasta altı bezi alır.. Tabii teknoloji ilerledi artık bezleri çamaşır gibi yapıyorlar giymesi çıkarması kolay olsun diye, fakat laz arkadaşım baya cırt cırt istemektedir, akşam geri döner..
Ancak sıkıntı şurada ki, hasta bezini baya yırtarak açmış, içinden çıkarmış, bakınmış - hatta büyük ihtimal denemiş - geri sıkıştırarak pişkince geri getirmiştir.
"Ben bunu istemedum ben pez istedum sen don vermişsun."
Hatta  belki daha aksanlı, bere yanıltıyor. Babam 15 dakika ikisinin aynı şey olduğunu 15 dakika da açtığı için geri alamayacağını açıklar, adamın anlaması imkansız..

"Bak, Laz arkadaşım!" bu çıkıştan sonra gülmekten gerisini dinleyemedim.. 

- Şu anda da içeride Amerikan filmlerindeki azrail canlandırması bir amca, takım elbiseli havalı ve soğuk, gerdi.. -



5 numarada.. 
"Emeğe saygı!" adam

Tek sorunu reçetede yazan ilacın eşdeğerini vermiş olmamız, memleketimin anlayamadığı şey, eşdeğer demek, senin alacağın ilacın aynısı demek. Aynısı olmasa devlet vermiyor zaten.. Ama doktor gidiyor kim o sırada ilaç tanıtımı yaptıysa illa onunkini yazıyor, bir nöbette 20 tane aynı ilacı yazınca bitmemesi mümkün mü,  ya da bazen eczanenin kapısından girmemiş şeyler yazıyorlar ki, pahabiçilemez.. Hata bizde tabi, bir milyon kişiye bu durumu açıklamışız da bir tek o amcayı es geçmişiz..

Adam ilacı geri getirir, çünkü pek bilgili uzman doktor karısı burada yazan ilaç bu değil demiştir, eşdeğer olduğunu öğrenir, parasını geri alır fakat öfkesi bitmez.. Çıkarken geri dönüp elini kaldırır ve nidasını atar..

"Emeğe saygı!" 
Gece iki, kimin emeğini savunuyorsun sen, ilacını ismi geçen doktor mu yazdı hakikaten sanıyorsun, canımın için..



4 numarada..
Novalgin 2 çarpı 1 kız

Bunu yazarken bile gülesim geliyor.

Reçeteye uymaya saygılıyım. Reçetede ne görüyorsanız onu talep etmek tabii ki hakkınız. Ancak ezberci eğitime son. Kızımız liseson düzeyi hatta belki 20li yaş grubu, içeri kendinden emin adımlarla girer.. Ne istediğinden emindir.. Bankoya yaklaşır ve seslenir..





"Bir adet Novalgin iki çarpı bir."

Ne yaptın hayatım ya.. Ne yaptın..
Bir çarpı biri kalmış ondan versek?




3 numarada..
"Tecavız" hapı

Amca 70li hatta 80li yaşlarda, elinde bir küçük kağıtla içeri girer.. Kağıdı kalfamıza verir, kalfa dediğime bakmayın 23 yaş grubu, Yasemin, Yasemin kağıda bakar, anlamaz anneme gösterir.. Annem de anlamaz yok der.. Amca kağıdı bırakıp gider.. Biraz sonra kağıtta yazanı okurlar..

Tecavız hapı, amcaya kim tavsiye etti, kime "tecavız" edecekti bilemiyorum ama, kafanıza gözünüze dikkat edin derim. Şimdi annem hatırlattı ve altıma yaptım izninizle..




2 numarada..
Birbirini tanıyan polis ve uyuşturucu meyilli çocuk


Polisler gün içerisinde uyuşturucu yakalarlarsa eczaneye gramaj ölçümüne getirirler, nöbet gecesi 2 polis ölçüm yapmaya gelirler, annem gramaj hesabı yaparken içeride de göz damlası almakta olan bir müşteri vardır.. Göz damlası meselesine gelecek olursa, uyuşturu kullananların gözleri böyle bir camımsı olur onu gidermek için göz damlası dökerler, eczane hayatı bana bu bilgiyi kattı geçen yıllarda.. Yani arkadaş taze çekmiş.. O sırada arkasını döner ve polisi tanır..

"Ahmet ağabey?"
"Ooo nasılsın?" sarılışırlar.
"Ne olsun abi, hayrola bir şey mi yakaladınız?"
"Evet," buraya kadar her şey normal, ancak birden nereden tanıştıklarını ele verirler.. 
"Temizsin değil mi?"
"Tabii ki abi ayıp ediyorsun." Oğlum göz damlasını niye aldın..
Eczaneyi terketmesi 4 saniye aldı.. 



Ve..

1 numarada..
"Beraberiz ama beraber değiliz" homofobik çift.. Tabii ki..

İki adam içeri girerler, reçeteleri yapılmaktadır, tatlı güleç kalfamız adamların beraber geldiğini görmemiştir, kritik soruyu sorar "Beraber misiniz?" 

Adam cevap verir, "Beraberiz," birden durumun gayselliğini fark eder, cıvır, "ama beraber değiliz." 

..
Ve daha nicesi anlatılmaz yaşanır facia var ancak buraya kadarki kısım o kadar uzun sürdü ki, diğer laflarımı daha sonrasına  saklama kararı aldım..

Hepiniz seviyorum, eczacıları üzmeyin, onlarınki de kafa..

Öptüm
İyi geceler..

ÇS*12

18 Ağustos 2012 Cumartesi

"Güneş ve Kumsal", 1


"Caddenin ışıltısı yüzüne vurmuştu genç kadının, kıyafetleri de caddenin iki yanını sarmış dükkânlar gibi renkliydi. Gözünde yüzünün üçte ikisini kaplamış kırmızı çerçeveli bir güneş gözlüğü vardı, gözlüğünün altındaki kahve gözleri yine de kısık bakıyordu güneşe.  Yüzüne bilinçsiz bir gülüş hakimdi, ince dudaklarının olanca gücüyle oluşturduğu. Ellerinde bir kaç paket vardı, karnında da doğumuna gün saydığı bir bebek. Bu sebepten bacakları biraz ayrık ve oldukça yavaş yürüyordu. Zaman derdi yoktu, çocukluğundaki gibi. Çok değil bir kaç yıl önce sürekli yakınırdı saatlerin kısalığından, artık bunu önemsemiyordu, geç de olsa gecen zamanın yakınmakla geri dönmeyeceğini, üzülmenin anlamsız olduğunu anlamıştı. Bebeğinin geleceğini bile düşünmüyordu, zamanı gelince düşünecekti, o gün bugün olmadan endişelenmeyecekti. Birine söz vermişti, kime olduğunu hatırlamak istemedi. Eski okulunun civarında, yüzden yüze bakarak yürürken bir köseyi daha dondu. Başını önüne eğip paketlerinin yerlerini değiştirdi. Başını tekrar kaldırdı, biraz önce köşeden dönmüş olan bir çift gözle karşılaştı. İçinden bir kaç parçayla beraber paketleri de kaldırıma düştü.

Genç adam gözlerini kocaman açmış, kocaman haliyle karşısındaki bu güzel anneye kilitlenmişti. Dilinden aklından geçen her şey donup kalmıştı vücuduyla beraber. Kumral saçları terden alnına yapışmış, büyük elleri iki yanında açık ve hareketsiz duruyordu. Gözlerini tekrar şaşkınlıkla kadının karnına kaydırdı ve inanmak istemeyerek göz bebeklerini tekrar karşısındaki masum gözlere çevirdi, kadının yanakları kıpkırmızı kesildi. Genç saniyelik acı bir gülümseme savurdu ve devamında gözyaşları teker teker yanaklarından sızmaya başladı. Kadın başını önüne eğdi, tekrar kaldırdığında onun da gözleri ıslaktı. İki genç ağlaşırken içten içe, sessiz ama canlı, yanlarından geçen insanlar onları fark etmedi. Ne kadar olduğunu kestiremedikleri bir zaman sonra genç gözyaşlarını elinin tersiyle silerek aniden ardını dönüp geçmişten uzaklaşmaya başladı, kadın içinse gözlerinin önünde geçmiş hiç olmadığı kadar yakındı."







Naber tatlılar, pek dillenmiş, az meşhur, taze bitmemiş, etine dolgun, iç güveysinden hallice romanım Güneş ve Kumsal'ın açılış sayfasını okumuş bulunmaktasınız..

Bilmem merak edenleriniz oldu mu devamında ne oluyor diye, umarım olmuştur, nereden bileceğim, olmuştur diye düşüneyim mi ben o zaman? 


Bir gün raflarda görürseniz, 8 yıllık bir hikayeyi kapsayacağından baya bir haşmetli olacak,
Çok uzun görünür de, 'Ay ben bunu bitiremem hiç bulaşmayayım, Çiçek bana anlatır.' derseniz, kızmam.
Ama anlatmam da, beleşçiler sizi.

Bugün niye böyle bir tatlılık yaptım peki,
İki gün yokum da, dedim, kafanızı bir meşgul edeyim, bir soru işaretleri bir şeyler,
Bir de çok lafını geçiriyorum bazen, Güneşlen Kumsal Güneşlen Kumsal, hani Fransız kalmayın dedim..

Bak bu arada hiç Fransa'dan takipçim yok, bak alındım bir Fransa'ya,
O kadar Serdar Ortaç'a eşlik etmiştim ama,
Jöteeeem ille de jöteeem,
Diye, sayılmadı mı o?

Bu arada yukarıdaki fotoğraf, kitabımın hayali filmini afişlerinden biri, biliyor musunuz?
Çok tatlıyım ama değil mi, kitap kapağım da var, ama oradaki foto anonim değil koyamıyorum,
Sonra bir sıkıntı çıkmasın diyerekten..

Bir gün kitap çıkacak kıvama gelirse, sayın Marilyn Nakazato'yu bizzat arayıp, fotoğrafınıza talibim diyeceğim,
Spoiler'ı da verdim..

İkinci spoiler'ım captain obvious'tan geliyor.
Konuda geçen hamile hatun Kumsal, kumral çocuk da Güneş,
Şaşırdınız ama değil mi?

O zaman, haydin ben bavullarımı yüklenip kaçayım..
Sizi seviyorum,
Sağlıcakla kalın, birbirinize bol bol sarılın ben yokken,
Aşkınızı tazeleyin..

Öpüldünüz.
ÇS*12


17 Ağustos 2012 Cuma

Kutlama..




3 dersi de verdim gitti.
Evet, alkışları duyuyorum, ben de söz verdiğim - yazdım mı kafamda mıydı çok hatırlamıyorum ama - sanal pastanızı kesiyorum efendim, dilediğinizce yiyin ağzınız tatlansın, hadi bakalım..






Kes beğen ye. Yalnız öbür ikisi çok tatlı da, lap lap çilek olanın da ayrı bir albenisi mi var sanki..
İftardan önce niye böyle şeyler yapıyorum ben size değil mi? 



Bugün kafam fikir kaynıyor, ama ne yazık ki hiçbiri sizinle alakalı değil, benim tilkilerin mevsimi geldi de, dolanmaya başladılar anlatacağınız..
Ha bir de ilhamın gelip gelip gitmeme meselesi var,  üstelik Güneş ve Kumsal'ı yazmam için şiddetli bir ilham, ancak o kadar uzun zamandır tek kelime karalamamışım ki, onca sayfada neler anlattığımı hatırlamak için geriden geriden okumaktan daha bir kelime yazamadım.. 

Olsun, nedense çok kuvvetle inanıyorum, bir gün okuyacağınıza..

Bir tane de gerilim türünde kısa romanım var aslında, inanmazsınız onu nasıl olduysa bitirmiştim,
Hala düzeltilmeyi temize çekilmeyi bekliyor inanır mısınız?
Olmaz ki böyle..
Geçen sene onu temize çekip kitap yapıp bu tarzı seven bir arkadaşıma hediye edecektim, hem bahaneyle hazırlamış olacaktım, sonra yalan oldu o, buradan o arkadaşı öpüyorum.. Eşşek..


Peki bugün ben size ne anlatacağım?

Bugün aslında size küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum..

Yaz bitiyor.


Ay biraz sert söyledim herhalde, keşke lafı uçurup kaçırıp dolandırıp sündürüp arada bir yerde üstü kapalı belirtseydim, kısmet değilmiş ama..

Peki onu da nereden çıkardım?
Daha hiç tatile gidemeyeni var, yaz okulu mağdurları var, staj mağdurları var yeni nesil..

Umut dünyası hala bekleyenler var..

Ha bir de o sahil senin bu sahil benim fink atanlar var, görmüyorum sanmasınlar, neyse.

Yazın bittiğini nereden çıkardığıma dönelim o hal;

1) 2.5 aydır ilk kez, iki gün önce, sabaha karşı uyanıp pikemi üzerime çektim.
2) Turşu yiyebilmeye başladık, evin sıcaklığı bunu kaldırabiliyor.
3) Mürdüm eriklerini gördünüz mü? Tam kıvama geldiler, yaz sonunda şekil alır keratalar.
4) Okulun açılmasına 1 ay kaldı.
5) Geçen hafta hırka giyen bir kaç kişi gördüm.
6) Geçen hafta paltolu birini de gördüm ama o abartmıştı, şu muson yağmurlarından sonra çok korkmuş herhalde yavrucak.
7) Son iki haftadır kiraz yemedim. Vuuuu.
8) Annemler "mevsim kapanıyor yazlığa son gidişler" umutsuz söylemlerine başladılar.
9) O kadar da sıcak değil.
ve son olarak..

10) Kavunlar pörsüdü ya. 


Gördünüz değil mi, yaz bitiyor. 
Acele edin artık kendinizi küvete mi atarsınız, boğaza mı atarsınız, süs havuzuna mı bilmiyorum ama, bir suya ayak basın yaz bitmeden.
Ölümlü dünya yahu, çalış çalış nereye kadar.

Bak ramazan da bitiyor, hatır hatır yüzün.
Sizi düşündüğümden söylüyorum.

Bu arada ben iki gün yazlıkta olacağım, dönüşte hedefim, Güneş ve Kumsal'da bayağı bir yol katettiğimden bahsetmek ve yüzünüzü bol bol güldürmek olacak..

Seviliyorsunuz, afiyet olsun.
Belki sonra yine yazarım, iyi geceler..
ÇS*12



15 Ağustos 2012 Çarşamba

Bazen..

Bazen konuşmanın yolu, susmaktan geçer.

Hayır, klişe olsun diye söze böyle girmedim, böyle hissettiğim için sadece..

Bazen anlatmanın yolu, ağlamaktan geçer.
Bazen tek bir damla gözyaşınız, söyleyeceğiniz binbir farklı kelimeden çok daha fazla şey ifade eder..

Ya da karşınızdakinin söyleyeceği binbir farklı şeyden.


Bazen, bir yaranız vardır, o kadar kanar ki, öleceksiniz sanarsınız,
Ama ölümden beter çıkar o yara, içinizi çürütür, acısı hiç bitmez, ama ölmezsiniz.

En azından ölüm, tek bir doygun acıdır.
Yara çoğuldur.


Bazen, elinizdeki sigara, bembeyaz bir masa örtüsünün üzerine düşer,
Düştüğü anda izi kalır, üstelik siyah çirkin bir oyuntu ve sararmış halka bir lekeyle..
O leke hiç gitmez, o örtüyü bin defa da yıkasanız, o oyuntu ve o leke size hep,
O sigaranın düşüşünü hatırlatır.

Bazı izleri silemezsiniz yani..

Bazen, her şey dursun istersiniz.
Bunlar bazen en mutlu anlardır, 
Bazen en mutsuz anlar.

Nedense bu ikisinin arasının değerini asla bilemeyiz, aslında hayat bu ikisinin arasındadır.

Ama hep en mutlu ve en mutsuz anlarda hayat dursun istersiniz, devam etmesin,
Çünkü mutluluğun yitmesinden
Mutsuzluğunsa hiç gitmemesinden korkarsınız.

Bazen ikisi de sizin elinizdedir.
Bazen elinizi kocaman bir bıçakla boydan boya keser kanatırlar.


Bazen her şey bir anda düzelsin istersiniz.
Bazen bunun için çok çabalarsınız,
Ama olmaz.
Bazen en çabalamadığınız anda güzel şeyler olur, 
Mutlu olursunuz, ama çabuk geçer.

Çünkü rastlantılar, güvenilmezdir.

Bazen de, her şey bitsin istersiniz.
Tam o an.
Hayır intihardan bahsetmiyorum,
Sadece bitsin istersiniz.
Çünkü sonunu bulmaktan başka yolunuz yoktur, girdiğiniz çıkmazın,
Bir an önce son bulsun istersiniz.

Bazen gözlerinizi yumarsınız dilek dilemek için,
Bazen gözlerinizi yumarsınız, uyumak için,
Bazen gözlerinizi yumarsınız..
Bir daha hiç uyanmamak için..

Bazen onu çok özlersiniz.
"Bazen seni çok özlüyorum." der.
Bazen ona inanırsınız.
Bazen o size inanmaz.
Bazen ona inanmak istersiniz, içinizden bir yer hata yaptığınızı bile bile sırtınızı sıvazlar.

Bazen kadere boyun eğersiniz.
İnanmayacaksınız ama, bazen o size boyun eğer,
Ama bunun için hiç çabalamazsınız. 


Bazen büyük konuşursunuz.
Bazen tüm dediklerinizi yutarsınız.
Bazen tüm dediklerinizi yutmayı dilersiniz, deliler gibi.

Bazen her şeyi yutarsınız.
Bazen yuttuklarınız çok fazla gelir, üzülürsünüz.

Bazen üzülürsünüz.
Fark eden olmaz.
Bazen üzersiniz,
Fark etmezsiniz.

Bazen yalnızca bir kere daha görmek istersiniz.
Bazen yalnızca bir kere daha sarılmak istersiniz.
Bazen yalnızca bir kere daha öpmek istersiniz..

Bazen bu istekleriniz hiç bitmez, size arsız derler.
Bazen hakikaten de arlanmazsınız.

Bazen tek istediğiniz aşık olmaktır.
Kimse bunu anlamaz.

Bazen sizi kimse anlamaz.
Bazen de siz onları anlamak istemezsiniz, işinize gelmez.


Bazen ÇOK seversiniz.

Bazen seslenmek için kelimelere ihtiyacınız vardır.
Bazen sesinizin duyulması için yazarsınız.
İşte bu o gecelerden biri.

ÇS*12