28 Eylül 2012 Cuma

Ben Anlatacağım, Siz Yine Bildiğinizi Yapacaksınız..

Öncelikle huzurunuzda bu kadar az yazdığım için kendimi kınıyorum.
Kınadım bitti.

Haftasonu artık illallah dedirten kaçamaklarımın sonuncusuna çıkacağımı düşünerekten, şu ayın son yazısını bu akşam yazayım dedim..
Ha bir de ilhamın gelmesi meselesi var tabi, onun etkisi de damarlarımda seziliyor.

Haftada bir gibi çirkin bir sayıda yazınca hep içinde bulunduğum aydan bahsettim, biliyorum,
Belki de sonbaharı pek de sevmediğimden..

Acaba sonbaharı sevmediğim için mi okulda en iyi dönemim hep güz dönemi oluyor?
Bak bu ilginç bir bakış açısı oldu.

Diğer mevsimlerde varsa yoksa sağda solda sürt.
O da biraz kaba bir çıkış oldu ama, her neyse..

Gelelim bugünkü tatlı konumuza..
Konumuz, değişiklikler, yenilikler, hayata hep olduğun yerden bakmamaca, arada bir de olsa ileriye yönelik hamle yapmaca gibi bilumum gaza getirici havaya sokucu konuların tatlı bir harmanı olsun diye düşünüyorum derken bile amma uzattım girişi sadede gireceğim, sıkılmayın.


Bugün yine, "mentor" havamdayım, o yüzden kişisel meselelere lak diye gireceğim..

Kendinizi aşmak için yapmanız gereken tek şey, canınızın en istemediği şeyi yapmak.
Kendinizle kavga etmek yani, 
Edin, çekinmeyin, içinizden bir yerin kalkıp gideceği yok..
Hayatınızda ne olmuyorsa, hangi iş yolunda gitmiyorsa, hangi konu canınızı en çok sıkıyorsa,
Bilin ki tek sebep kendinizsiniz.

O yüzden kendinizle kavga edin,
Ve son sözü siz söyleyin.

He nasıl olacak o deyin,
Vallahi ben yaptım oldu.
Şuan size tam ne yaptığımdan bahsetmeyeceğim, ama ilerde elbet lafı geçer,
Biraz sürpriz kalsın istiyorum da, ayıptır söylemesi..

Mesela,
Bu hafta sonu normalde yapmayacağınız bir şey yapın,
Tabi zorla sıkıcı işlere girişin demiyorum,
Yapmak isteyip de bir türlü cesaret edemediğiniz
Ya da tembellik ettiğiniz bir şeyi..
Ve bunları söylerken gerçekten inanarak söylüyorum, bence yapabilirsiniz.

Kendinize gıcıklık yapmayın.

Şimdi düşünüyorum da, kendimden daha çok gıcık olduğum bir kimse yok herhalde,
Tabii herkes kendini sever ama en çok da kendimizi baltalıyoruz en nihayetinde.

Yapmayın.


Yenilikler..
Yeniliklere açık olun diyeceğim ama başta dünya üzerinde yeniliklere en kapalı insan bizzat benim,
O yüzden bana pek bir laf düşmüyor;
Yine de,
Bakın ben bile yeni bir şeyler deniyorsam, siz geç bile kalmışsınız demektir..

Sırf kendi facebook'umu ele alayım mesela,
Bakıyorum son üç yıldır saçının şeklini bile değiştirmeyen insanlar var..
Biraz yenilikçi olun,
Biraz kendinizi açın dünyaya..

Bugün,
Utanarak söylüyorum ki, 
Uzaydan iki tatlışımla, 3 yıldır ilk kez beraber Beşiktaş'a ve Taksim'e gittik.
Nasıl böyle bir şey olabilir değil mi?
Biz de şaşırdık, 
Üşengeçlikten mi, şapşallıktan mı bilinmez,
Ancak hayatımıza nihayet bu tatlı yeniliği kattığımız için resmen mutlu olduk bugün.

Onu geç,
Şu İstanbul'da kimbilir kaç semt var görmediğiniz ve görmediğim,
Neden hep aynı yerlerde takılıyoruz? 
Küçük popomuzu kaldırıp biraz tanımalı, 20 yıldır soluk aldığımız bu şehri..

Alın size yenilik.


Hayata hep aynı yönden bakmamaca,
Bu herhalde bir insandan istenecek en zor şey,
O yüzden, birden kafanızı bana doğru çevirin demeyeceğim ama,
Arada bir de olsa kafayı sağa sola çevirmek iyidir.

Dar görüşlü olmayın,
Ve lafta kalmasın bu.


Çünkü aslında,
En temelinde,
Herkes her şeyin en doğrusunu biliyor,
Tam emin olmasa da kestiriyor, ancak yapmıyor,
Çünkü insanoğlu deneme yanılma yönteminden asırlardır çok memnun,

Yanılırsam bile denemeye değdi,
Diyoruz,
Çünkü kendi kendimize yaptığımız her şeyin "iyi bir sebebi" vardır,
Bir başkası bize şunu yap dese hayatta denemeyiz ama,
Ben de diyorum ki,
5 seferde bir kez de olsa, bir başkasını da dinleyin.

Belki hayatınız zenginleşir.


Bu akşamlık bu kadar fikir vermece yeter,
Nitekim siz yine canınız ne çekiyorsa onu yapacaksınız,
Ama belki 4 satırda bir bana hak verdiğiniz de olmuştur,
En azından kulağınızda bir yere kaçar saklanır orada belki düşüncelerim..

Bir dakika, 
Sesli okumadığınıza göre, gözünüze kaçar mı demeliydim?
Her neyse...


Bana gelince,
Okulun ilk haftasını geride bıraktım,
Hayal kırıklığı yaşadığım bir iki ders var, açıkçası, 
Nitekim bu dönem hepsinin ismi o kadar havalıydı ki,
Hatırladıkça kendimi direk NASA'ya gidiyormuşum gibi hissediyordum..

Olsun en azından NASA'ya bizzat gitmiş hocam da var bu dönem,
Ya şimdi ne diyeceksiniz?


Bak bir yeni özlü söz de buldum şuan,
Başkasının başarısıyla övünülmez.


Bu çok açık oldu ya, keşke daha üstü kapalı söyleseydim,
Kaşına gözüne, güzelse sana ne?
Gibi, bak bu daha iyi oldu, yazın bunu bir yere.


O halde, 
Haydi gelin de öpeyim yanaklarınızdan,
Nitekim bu akşam bayadır biriken bir sevgi yığını var içimde, 
Sarılasım, koşasım var
Hayırdır.

İyi geceler,
Öpüldünüz bir kaç kere..

ÇS*12

22 Eylül 2012 Cumartesi

Bir Ticaret Deneyi ya da Baklava...

Tatlıcı açılışında,
"I'm Sexy and I know It" çalmamalı,

"I'm Fat and I'm Growing" gibi bir şarkı daha çok uygun olur bence.

Nitekim ne kadar "I work out" yapsanız da az önce yediğiniz o beleş baklavalar erimez arkadaşım,
Doğruya doğru.

Allah'ıma çok şükür en azından tatlı yemeyi sevmiyorum.
Ha bir de tatlı sevsem, neler olacak.



Yine eczanedeyim bugün, 
Ve karşı sırada bir milyonuncu kez yeni bir dükkan açılıyor. 
Bir milyon bir kez de kapanıyorlar, bu üzücü bir durum tabi.
Şu ana kadar denenmedik iş türü bırakmadılar,
Kebapçı, halıcı, beyaz eşyacı, kumaşçı, kasap, fotoğrafçı, ayakkabıcı, çantacı, giyim mağazası, bakkal, kuyumcu, fırın, gelinlikçi, camcı, hatta bir dönem dini kitaplar satan tuhaf bir mekan, astrolog/medyum..

Bizim de bunlar arasında para kazandırmadığımız yok mesela, o apayrı bir konu.

Hoşgeldiniz alışverişini çok severiz biz.


Ha bak medyuma ve dini kitapçıya gitmedi annem, şimdi hakkını yemeyeyim kadının.

Her açılış beklenmedik derecede renklidir.
Mesela deve getirme modası var burada Allah sizi inandırsın,
Daracık yolda, sokak arasında devenin işi ne.
Sonra neden kasabımızdan kimse alışveriş yapmadı..

Kasap demişken, bir kaç sene önce şuan yerinde Akbank şubesi olan 2 dükkan yanımızdaki yerde kasap vardı.
Düşünün şimdi banka olabilecek büyüklükteki bir mekanda kasap,
Arkada ne kesiyorlardı,
İki katlı 4 dönüm yeri ne amaçla kullanıyorlardı,
Ne satıyorlardı, inanın hiç kestiremiyorum.

Eskiden beyaz eşya satılan tam karşımızdaki kocaman mağazada şimdi medikal market var mesela,
Demek ki artık evimizden çok sağlığımıza düştük,
Ya da giderek evhamlı mı oluyoruz ne?

Bir kişi de görmedim içeri ayağı kolu kırık girsin, ne alıyorlar bu kadar bilmiyorum, 
Allah bereket versin tabi ne diyeyim...

Eskiden kebapçı olan yerde şuan pideci var mesela,
Bu tamamen stratejik bir değişiklik diye düşünüyorum,
Kebapçı niye tutmadı da pideci tuttu?

Çünkü adamlar sahurda sıcak pide çıkarıyorlar,
Helal olsun demek düşer.

Yıllardır kapanmayan, hiç değişmeyen yerlere gelelim mesela,
Birincisi, maşallah biz,
Malum eczane, giysiye ayakkabıya benzemez bu, zorunlu ihtiyaç,
İkincisi telefoncu, 
Benim ülkemin evlatları konuşmadan durabilir mi?
Çok başarılı bir ticaret seçimi,
Üçüncüsü oturma grupları, oda takımları satan galeri,
Tenceresiz tavasız olur ama taşta oturacak halimiz yok..
Dördüncüsü berber,
Mahallemizin erkekleri saç ve kişisel bakımlarına pek bir düşkünler, 
Berberler yıkılmaz
Ve son olarak ocakbaşı..
Normalde buraya yemelere doymuyoruz gibi bir yorum yapardım ama,
Orada bambaşka işler dönüyor diye düşünürüm yıllardır,
Buna girmeyeyim, aramızda kalsın..

Siz yemeye düşkünüz diye düşünün,
Başka düşkünlükler gelmesin aklınıza.


Yeni açılan tatlıcımız,
Adı, "Tatlı Fark" 
Böyle şakacı isimler koymalarına bayılıyorum.

Ciğerciye,
Can-Ciğer, Canım Ciğerim, Ciğerimin Köşesi gibi isimler koymak mesela,

Memleketim en çok yiyecek konusunda şakacı zaten,
2 cadde aşağımızda bir tavukçu var önünde duran dubada
"Dikkat Çevirme Var" yazıyor.


Evet, piliç çevirme.

Ve ben bu espriye üç gün gülmüş olabilirim, kabul ediyorum.


Bir de "Öz" ön ekine çok tavım.
Öz eki koyunca mekana bir gerçekçilik ve güvenilirlik geliyor.
Mesela karşımızdaki pideci, "Öz Malatya"
Baya, o gittiğiniz Malatya bir düzmece,
Öz Malatya bizim karşı sokağımızda,
Gece yarısı pide satıyor.

Biz de eczanenin başına bir "Öz" çaksak parayı vururuz bence.

Şuan sevgili tatlıcı açılışındaki DJ'i vurursam kaç yıl yerim diye düşünüyorum.
"A huuuuuu" diye bağırdı az önce.

Acaba mikrofonu boğazına soksam, bir kişi kurtarır mı boğulmasın diye?

Biz ne açılışlar gördük,
Ne itici palyaçolar,
Ne kabus müzikler,
Ne patlayan bavullar, 
Ne develer. 

Ama memleketimin gidişatı ortada,
Bir işe başlıyorsanız üç kuruş aklınızı da ortaya koymanız lazım.

Yarım kilo eti üç ayda bir alanların çoğunluğu oluşturduğu bir mahallede,
10 milyara iki katlı dükkan tutup et satmak akıl karı değildir. 

He tatlı yemeye ihtiyacımız var ama,
Nitekim tatlı konuşacak bir konumuz kalmadı bu memlekette.


İzin verseler de hepimiz adliye, mahkeme, hapishane açabilsek mesela,
Nasıl olsa o iş hepten yalamaya döndü,
Bari bu işlek kapıdan biz de nasibimizi alalım.


Hepimiz şişmanız.

Açımız tokumuz, hepimiz tüm gün yalnızca boş laflarla karın doyuruyoruz.
Hepimiz şişmanız.

Kapanan kasap yerine,
Meclis açmalıyız bence,
3 ayda bir et alsalar da yine bize oy verirler,
Bahçelerine çiçek dikmeliyiz ama,
Ve meclisi sahurda da açık tutmalıyız, müşterisi bol olur diye.
Meclisin kasasına da oturdum mu, değmeyin keyfime. 

Meclisimizin adı da, Öz Meclis olsun.
Bu iş tutar.

Peki ben bugün yazımda ne anlattım.
Hani lisede öğrenmiştik ya, deneyler iki bölümden oluşur,
Nitel gözlem ve nicel gözlem,

Benimki son 10 yıldır aynı caddenin 2-3 sokağı kapsayan bir bölümünde yaptığım
Nitel gözlemdi,
Nicel kısmı için,
Kapılarını tek tek çalıp ne kadar kazandıklarını soracağım,
İki grup olacak, sabit grup ve radikal grup,
İşim uzun yani,
Bunları bir deneye vardırırsam işin sonunda,
Size şuan okulu bırakıp hangi ticarete atılacağınızı söyleyeceğim..


Ya da boşverin hepsini, gidip bedava baklava yiyelim..

Öpüldünüz, ki zaten bu memlekette öpülmediğimiz gün yok..
Sevgilerle,
ÇS*12


21 Eylül 2012 Cuma

Bu Eylül Akşamı Dışında..

Ve birden aklıma geldi!
Benim bir blogum vardı ya.


Vallahi dövün beni,
Ne bileyim atın yerde yuvarlanayım yani,

Baktım en son ayın 19unda yazmışım, çok da olmamış gerçi ama bir milyon yıldır sizinle tek laf etmemiş gibi hissediyorum.

[Düzeltme no:1, birinci dakika, sevgili YÖ'ye en son 13ünde yazdığımı belirttiği için teşekkürü bir borç bilirim. Ama 19'unda özlemişsiniz beni bir akın etmişsiniz bloga, ondan oldu böyle, yanılttınız beni. Bir de az eşşek değilim 8 gündür yazmıyormuşum, neyse hadi devam.]
Hadi yine iyisiniz, baya bir yer edindiniz bünyemde..

Eylül'ün başıydı hatırlıyorum,
Parmağımı hayalimde bir yerlere sallayarak,

"Bu ay her gün yazacağım!" demiştim,
Demiş miydim ya, dedim dedim.

E ne oldu?
Eylül hangi ara geçti, vallahi takip edemedim o kısmı, biri bana özet geçsin istiyorum..


Tatlı bir ay oldu ama laf aramızda,
Sanırım ondan nasıl geçtiğini fark edemedim bile.

Şimdi o zaman biraz geri sarayım da, şu Eylül ayının bir hesabını keselim..
Malum 2 gün sonra okul açılıyor, tatlı 4. sınıf öğrenciniz her gün, çok istese ilham deli gibi gelse de - nitekim eşşek ne zaman doluysam tam o zaman geliyor - yazma fırsatı bulamayabilir.

Ha buladabilir,
Sonra Çiçek'in vizeleri neden kötü geçti, sonra final haftasında neden bu kadar gerginsin?

Ben bu filmi daha önce izledim ya.


Mesela,
Hep bahsettiğim meşhur romanım Güneş ve Kumsal'ı ele alalım,
Bu yaz, itiraf ediyorum, bir kelime çiziktirmedim,
Bir kelime yahu,
Yok,
Ama bir final haftası gelsin, bakın nasıl geliyor hikayeler, hikayeler..


Eylül diyordum,
Geri sarıma bugünden başlayalım,
Bugün adaya gidemedik, ama bu seneye kesin gideceğiz anlamına geliyor.

Bugün okumadığım birçok kitabın adını ya da yazarını bildiğimi öğrendim.
Yani buradan yapacağım çıkarım,
Çok iyiyim.

Değil tabii, sanırım daha çok kitap okumalıyım.
Belki o zaman bildiğim şeylerin aklıma gelmesi kırk saat sürmez.

B vitamini de iyi bir çözüm olabilir ama..


Sonra dejavu meselesi var,
Bugün dejavunun kralını yaşadığım bir an oldu,
Hatta bu dejavu değildi, gördüğüm rüyanın gerçekleşmesiydi,
Bildiğin o anı daha önce gördüm ve bunu yaşarsam unutmamalıyım dedim, hatırlıyorum.

Resmen rüyamda bile kendime sıkıntı yaratıyorum yahu,

"Bunu unutmamalıyım." nedir?

Buradan yapacağım çıkarım,
Y.Ö.'nün önerdiği gibi kahinim.
Değil tabii, dejavu tamamen rüyalarda sebebini kestiremediğim bir şekilde gelecekten küçük ve önemsiz kesitler görmemizden oluşuyor diye bir sonuca vardım.


Bir de rüya göremeyen insanlar var mesela,
O kötü bir şey ya, her neyse.


Bugünden bir başka çıkarım,
Bu biraz özlü söz gibi olacak,

Başkasının ceketiyle yağmura çıkılmaz.

Vallahi havalı oldu, bunu Türk Dil Kurumuna armağan ediyorum.
Anlamı; içine düştüğünüz sıkıntılı durumlardan kurtulmak için başkalarına güvenmeyin tedbirli olun.
Sonuçta o özlü sözler, deyimler, atasözleri de yaşanılarak çıkmamış mı, bu da benden tarihe hediye olsun, hadi bakalım..
Böyle söyleyince direk aklıma "Kaş yaparken göz çıkarmak." deyimi geldi,
Mesela bu da gerçek anlamda biliyor muydunuz?

Bak yine dağıldı konu,
Eylül ayı diyordum,
Siz ne yaptınız bilmiyorum ama, ben bu 22 güne,
Bir tatil,
8 arkadaş, ki hala görmek için çırpındığım tatlılarım var,
3 şehir,
10u İstanbul'da olmak üzere, toplam 12 ilçe,
Ve bir sürü güzel anı sığdırdım.


Düşününce yapmışım bunu gerçekten, yine de şıp diye geçti.

Bence artık okula gideyim ya, hak etmişim bunu.


24'ünde okullar açılıyor,

Ve itiraf etmeliyim ki yorganımı özledim.

Ha bir de, ertesi gün sınav olan akşamlarda, yorganın içine girmenin albenisini özledim.

Hani o rahatsız sandalyenizde dikilmektesinizdir, yatağınız haddinden fazla oynak bir sevgili gibi size göz kırpar, arada yorganınızın açıp kapandığına yemin bile edebilirsiniz ya, işte o albeniyi özledim.

Kalorifer yansın istiyorum.
Bende nedense yüzemiyorsak kış gelsin kafası hakim,
Aşamadım bunu, ya da mevsimleri özlüyorum sanırım.

Bir düşündüm de, 4 mevsim olmayan bir ülkede yaşayamam sanırım.


Şimdi bunu dedim ya,
Kesin hayatımın bir dönemini Antarktika'da falan geçirmem gerekecek, tüh.

En çok kırmızı paltomu özledim galiba.
Evet, kış ayı, kırmızı başlıklı kız geri dönüyor..


Sanırım önümüzdeki günlerde yaza elveda tadında bir yazı yazmalıyım..
Bu yaz çok mevzu döndü bak,
Keşke burada olsanız da, birebir anlatsam bağıra çağıra..

Yazılarım sessiz ama, heyecanlıyken yüksek sesle konuşurum ben..
Şimdilik kafanızdaki sesleriniz can veriyor kelimelerime,

Ve bunu dediğim andan itibaren kafamla başkalarının sesleriyle okumaya çalışıyorum kelimeleri,
Hayır bunu denemeyin.

Ya da yazıyı en baştan en son gördüğünüz kişinin sesiyle okumaya çalışsanıza içinizden, ne tatlı olur.
Bazen, sıkıntı yaratıyorum.

Sizi bu çıkmazda bırakarak aranızdan ayrılıyorum, bu gece de,
Sonra tekrar yazmak isterdim ama çok önemli bir işim var, o kadar önemli ki,

Sadece düşününce bile kalbim daha hızlı atmaya başlıyor,

İyi geceler, tatlılar,
Sizi kimse sevmezse, ben severim,
"İçimde şeker çuvalı gibiydi, sevgiler"

Öpüldünüz..
ÇS*12

13 Eylül 2012 Perşembe

Bozcaada Sahillerinde Bekliyorum, 3: Evden..

Ve döndüm.

Zaten o 'ö' ve 'ü' beni ele verdi değil mi, ah bu Türkçe karakterler..
Özlemişim ama..


Bozcaada'dayken pek fazla yazacak vaktim olmadı, oysa anlatacak mesele çoktu,
Fakat öyle mükemmel ve ısrarla uymaktan şaşmadığımız bir günlük programımız vardı ki,
Hiçbir köşesine yazı yazmayı sığdıramadım..

Bir kez denizde yazabildim, o da malum kuzen güneşlenirken..


O halde bilenlerinize bilmeyenlerinize, Bozcaadamızı az buçuk daha anlatmaya devam edeyim..
Tadı henüz damağımdayken, gerçek anlamda, az önce gelincikli lokum yedim de..
Ah Bozcaada..


İlk gün mükemmel bir şey oldu.
Fotoğraf makinamın çalışmadığını fark ettim, ne tatlı değil mi?
Ben ki ailenizin fotoğrafçısı Çiçek, Bozcaada gibi çekilesi bir yere gidip tek kare çekemeyeceğim,
Üstelik inadına çevrede sırf fotoğraf çekmeye gelmiş havalı makinalı zibilyon tane insan varken.

Kendilerini sevmiyorum.
Gıcık oluyorum onlara.
Tüm tatil makinalarının lensleri düşsün, hafıza kartları yansın diye hasetle baktım.

O kadar da değil ama, üzdüler keratalar.
Gözüme sokar gibi, olsun telefonum var benim sekkiz megapiksel.

Sekkiz.


Öncelikle sapık gibi yemek yedik.
Neden, çünkü birincisi memleket olarak yemek konusunda genel bir sapıklığımız var,
- bakınız eve gidince ne yiyeceğiz diye düşünmek, bakınız sahilde mısır yemek -
İkincisi de daha önce yemediğiniz, hep olsun diye hayal kurduğunuz, ya da yediğiniz ama bir kere de açık havada lüpleyeyim diyeceğiniz çeşitli lezzetli yiyecekler var.

Birincisi tabii ki reçeller,
Adamlar domatesten reçel yapmış ya, vallahi Japonlar yapamaz,
Çok da kral olmuş,
Patlıcandan da yapmışlar ama ona kalbim elvermedi, tatmadım.

Sonra karpuz kabuğundan reçel yapmışlar,
Bak hem karpuz kabuğu, hem reçel,
Karpuz kabuğu bir numaralı afrodizyaktır, bilmeyenlere,
E reçel dediğin paso şeker, enerji deposu,
Bu ikisi bir araya gelip bir de sabah lüplenince, genel olarak olabileceklerden ada halkı haberdar olmasa gerek ki, şapır şapır karpuz kabuğu reçeli yapıyorlar..

Ya da belki bilinçlidir, onu eczaneye danışmak lazım..
Neyse çirkinleşmeyeyim.

İncir reçeli, bal kabağı reçeli, gül reçeli, tattığınız, ama ilk kez tatmış gibi hissedeceğiniz reçeller,
Bir de gelincik reçeli var ki, tadamadım ama yine de mükemmel olduğuna emin olduğum için aldım, aşağıda mutfakta beni bekliyor..


Gelincik demişken,
Adanın kendini tamamen gelinciğe adamış çok tatlı bir kafesi var, bedavaya reklam yapmak gibi olmasın,
Ada Kafe,
Reçeller, şerbetler, muhallebiler, kurabiyeler,
Ah o kurabiyeler!
İçinden lokum çıkıyor arkadaş, olmaz ki böyle şey!
Eve de getirdim, yerken ağlıyorum.
Neredeyse ahçıyı kaçıracaktık gelirken, o denli..




Damla sakızı mevzuu var bir de,
İlk gün çok övüldüğü için adanın meşhur damla sakızlı kurabiyelerini deneyelim dedik,
Onda pek de aradığımızı bulamadık,
Nitekim, kutuyu açtığınızda neredeyse bir damla sakızı rüzgarı yüzünüze çarpıyor, buraya kadar çok güzel,
Ancak şekeri çok az olduğundan pek ağzıma layık bulamadım..
Damla sakızı likörü şahaneydi ama,
Kahvesi zaten malum, şahane bir şey..
Ha bir de lokumunu aldım, onu daha denemeye yerim olmadı..


Farkındaysanız şuana kadar tüm paramı yemeğe yatırmış gözüküyorum, doğrudur.

2 akşam adanın nadide meyhanelerinde meze yemeyi tercih ettik,
İkisinde de yediğimiz her şey mükemmeldi,
Zaten ambiyanstan bahsetmeme gerek yok, tüm dükkanlar çok zevkli..

Bu arada ilk gün Rum tarafında karşılaştığımız hırslı Rum teyzeye de buradan sesleniyorum,
"Ama plaj bizim tarafta ne oldu?"


Ada tarih boyunca sürekli el değiştirdiğinden, farklı toplumlar görmüş geçirmiş haliyle,
Son olarak da Türk tarafı ve Rum tarafı olmak üzere bir akarsuyla bölünmüş,
Tabii şuan o akarsu yerinde adanın ana yolu var,
Sol tarafı Türk tarafı, sağ tarafı Rum tarafı,
Rum tarafı yakın tarihte bir yangın geçirmiş ve bir mimar tarafından tamamen baştan yaratılmış,
Bu süreçte birbirinin aynı ve düzenli dükkanlara ve ızgara şeklinde sokaklara sahip olmuş,
Bu daha ilk günden "Bizim taraf daha güzel." diye övünen Rum teyzemizi haklı kılıyor,
Ancak bahsettiği mekanların çoğunu Türklerin işlettiği varsayılırsa,
Ayrımcılık yapmayalım teyzeciğim diyorum kendisine..

Bu arada bu bilgileri edinmemizi sağlayan sevgili "Ada Turu" rehberimiz ve şöförümüz, ismini bilmediğim Red Hot Chili Peppers hayranı, adanın asi elektrik mühendisi gencine teşekkürü bir borç bilirim..


Ada turu..
Havamızın tavan yaptığı aktivite olsa gerek..
Ada turu, adanın anayolunu takip ederek tüm adanın gezildiği,
Sonunda batım anlamına gelen Polente tepesine varılarak günbatımının izlendiği romantik bir tur,
O kadar romantikti ki,
Bir kaç saniye kuzenimle birbirimize meyil yapmış bile olabiliriz,
Bozcaada'da olan Bozcaada'da kalır.

Şaka tabi, heyecanlanmayın, öh yani.


 



Ada turu için önceden bilgili olduğumuzdan,
Gün içinde gidip şarabımızı aldık,
Tortillalarla küçük sandviçler hazırladık,
Altımıza sereceğimiz tatlı peştemalimizi de çantamıza koyarak yola çıktık..
Polente tepesine varınca, piknik tadında hepsini en güzel tepeciğe sererek
Rüzgar güllerinin sesi eşliğinde gün batımını izledik..

Herhalde bu aktiviteyi sevgilimle yapmış olsam,
Odaya dönünce,
Heyecanlanmayın,
Hemen aklınız kötüye çalışıyor, bak bambaşka bir şey söyleyecektim oysa ki ben,
Herhalde,
Beşbin tane şiir yazardım diyecektim..

Kesin yazardım,
Şiirler şiirler..


Kesin olarak bir kez daha gideceğim,
Bu kez çalışan bir fotoğraf makinasıyla,
Zaten kuzenle de sözleştik,
Bu kez ağustos ayını seçeceğiz, belki denizde bir taraflarımız donmaz diye..

Bu arada odamız, dünyanın en tatlı odasıydı,
Öyle sahiplendik ki orayı,
Biraz özlemiş bile olabilirim..

Bu anlattıklarımın hepsinin fotoğraflarını da iliştireceğim yanlarına şimdi,
Umarım ada hakkında azbuçuk fikriyat edinmenizi sağlamışımdır..



Bu arada kuzenin ikinci günden hasta olduğunu,
Tüm tatil burnunu çektiğini,
Son iki gün öksürdüğünü,
3. gece kafasını çarptığını,
Aynı gün benim dizimi sürtüp denizde mükemmel yanıcı anlar geçirdiğimi,
İlk gün sahilde uyuyup amele yanığı olduğumu,
4. gün fazla şaraptan denize girene kadar hangover'ın dibini gördüğümüzü,
Ödünç aldığımız ve daha ilk darbede kırdığım bıçakla parmağımı kestiğimi,
Ayak bileğimde hala nereden geldiğini bilemediğim bir kesik olduğunu,
Gece 12de sırf oyunumuz bölünmesin diye şarap almak için üst değişip apar topar markete koştuğumuzu,
Yine bu aynı mükemmel alışveriş sırasında midemizi düşünmeyi bırakmayıp salam aldığımızı,
Dönüş yolunda 11de vapur var sanıp 10.30da pansiyonu terkederek,
Vapurun 12de olduğunu öğrenince bir buçuk saat bankta homelesslarla takıldığımızı,
Dönüş otobüsü 12.30ta olduğu için vapurda kalp krizi geçirdiğimizi,
Diloş'un otobüse koşarken bir an elindeki paketlerle daha fazla gidemeyeceğini hissedip geride kalmayı düşündüğünü,
Otobüsün Çanakkale'den İstanbul'a tüm otogarlarda, ama her bir ilçenin otogarında durduğunu,
Sırf siz bu tatili toz pembe görün diye,
Anlatmadım..

Galiba şimdi anlatmış oldum..

Çok keyifliydi ama,
Çiftlerimizle gelip, araba kiralayıp, kimsenin ayak basmadığı koylara dadanacağımız ve kırmızı kapılı seksi otelde kalacağımız sözünü unutmadım Dilara S., burada da tarihe not olarak düşüyorum..

Sarı tekrar İstanbul'da, bu kez temelli,
Zaten hepiniz yine doluşmuşsunuz İstanbul'a onu fark ettim,
Kış geliyor desenize..

Sizi seviyorum, özlemişim de..
Hepiniz öpüldünüz,
İyi geceler!
ÇS*12

9 Eylül 2012 Pazar

Bozcaada Sahillerinde Bekliyorum, 1 : Denizden, Bizzat

Denizden yaziyorum suan size.

Hani daha once de cirkinlestigim zamanlar oldu ama, bu kadar da cirkinlesmemistim.


Naber?
Tabii deniz dedim diye haldur huldur telefonu kapip suya dalarak, bu eksi 10 derece suda 25 dakika sabit durup size seslenecegimi hayal etmeyin,
Kumsaldayim yavrum.

Baya, boyle sezonluk bikinim,
Basimda adima gondermeli sari cicegim,
Yeni nesil pestemalim, vallahi cok kullanisli,
Cekirdegim, terligim ve her seyimle
Gunesin alnindan size sesleniyorum, ey tatlilar..

Yalniz rica ediyorum, bedduaya sardirmayin, nitekim su o kadar soguk ki, sizin etkinizle bi derece daha duserse tatli gergin kisa hayatim
Donarak son bulur, aman ha.


Bozcaada..
Bozcaadamizda ikinci gundeyiz, dun odaya gidip teknik olarak sizdigimiz icin sizle iki lafin belini kiramadik..

Ne yaptik peki?
Oncelikle gorelilik teorisinin burada ciktigina inaniyorum, cunku adada zaman normal hayattakinden 1/3 oraninda daha yavas akiyor..

Hayir bunu sikilma olarak anlamayin..

Tam tersine yapilacak bir suru guzel aktivite ve yiyip icilecek bir ton mekan var,
Ama ne zaman saate baksaniz yalnizca 15 dakika gecmis oluyor..

Iste Einstein tam da bunu aciklamis gorelilik teoremiyle,
Zaman goreceli..

4 farkli mekanda oturduk,
Iki carsi gezdik, ki iki bayandan bahsediyorum,
Odamiza geldigimizde saat 22.50ydi.
Olmaz ki arkadas..
Her neyse..

Simdiye kadar adayla ilgili en cok begendigim sey, hediyelik esya cilginligi..
O kadar cok cesit var ki,
Sanirim tum arkadaslarima 5er hediye almam gerekicek, ya da onlara bir kendime 25..

Hosuma gitti bak bu..

Bu arada az once misir molasi verdim fark etmediniz..

Adaya donecek olursak,

Plaj isinde para var ya..
Dun 2 sezlong bir semsiyeye 15 tayyip verdikten sonra bugun kucuk bir hesap yaparak yaklasik 200 semsiyeden plaji her kim isletiyorsa gunde 3 milyar kazandigini fark ettim..

3 milyar.
Allah'in denizi Allah'in kumuyla gunde 3 milyar..

Bosa okuyoruz biz ya.


Adanin kendine has orjinal recelleri var, en meshuru domates receli,

Ogh boggg demeyin,
Bildigin 10 numara recel..
Kabak receli de on numara, gelincik ve uzun recellerini denemedim henuz amaeve donuste alacagim kesindir..

Haydi simdilik bu kadar olsun,
Belki aksam yine yazarim..

Ben denize dalmaya gidiyorum,
Tuzlu tuzlu optum..
ÇS*12

7 Eylül 2012 Cuma

Bozcaada Yolcusu Kalmasin!

Efendim, iyi aksamlar..
Bir otobus yolculugunda daha beraberiz..

Bu sene sansim neden hep otobuslerden yana onu kestiremedim bak, ayagimi yere kesikli mi surudum, koruklu mu surudum ne yaptimsa..

Bu arada en bastan her turlu yazim hatasi ve ingilizce karakter kullanimi icin ozrumu dileyeyim, malum telefondan yaziyorum, zor is..


Evet..
Bu seri,
Yani bu yazi ve takibindeki iki uc Bozcaadada ne yaptim yazi serisi buyuk ihtimalle sezonun son tatil yazilri olacak o yuzden psikolojinizi simdiden buna hazirlayin..

Diye diye, tatilin sonunu getirdim bak goruyor musunuz?

Yahu tatil baslangici yazimda neden lafa tatilin bitisiyle girdim, olmaz ki..

Herneyse,
Otobuste olunca ister istemez gidisler hakkinda yaziyorum..
Ama bu kez Olimpos yazimin aksine 'geride bir bekleyen birakilan' gidislerden bahsedecegim..

Yalnizca dile getirmesi bile ne tatli degil mi?

Geride bekleyen birakmak..
Temelde kesin olarak geri doneceginiz anlamina geliyor,
Bazilari icin korkutucu olabilir,
Bazen oyle anlar olur ki aklinizda kucuk bir yerde de olsa sonsuza kadar kactiginiz yerde yasayabileceginize inanirsiniz..
Bazilari bu hisse oyle siki sikiya baglanirlar ki, geride bir bekleyenlerinin oldugunu bilmek onlari korkutur..

Ait olma korkusu..


"Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır?"
Der sair, nasil da her defasinda katiliyorum ona..

"Yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu.."

Bir de bu acidan dusunun..


Bombos kocaman bir akilla 'ozgur' bi yolculuk yapmak da cazip geliyor zaman zaman, ama sanirim ben yine de kalbinin atmasini tercih edenlerdenim..

Kalbim atiyor,
Ve ben kalbimin attigi zamanlarda mutluyum..

Yarim kalan guluslerin,
Bogaziniza takilan anilarin,
Gecmeyen zamanlarin,
Surekli kanayan, kendini kanatan yaralarin,
Dusuncelerin,
Karabasanlarin oldugu bir
Ozgurluk, ne isime yarar?

Ben kalbim attigi surece benim,
Siz de oylesiniz, bunu bir dusunun..

Arada bir her seyi bir kenara atip,
Kalbinizi dinleyin..

Belki o gitmek istemiyordur..


Yollar insani fena yapiyor,
Sanirim uzerinden gecen her bir yeni ruh,
Yeni ve eski yuzlerce aniyi da,
Sicak asfalttaki lastik izleri gibi,
Ardinda biraktigindan,
Ayni yollarin her bir yeni ziyaretcisi de bu yasanmisliklar aurasindan nasiplenmezse olmuyor..


Arkadas otobus koltugunda kurdugum cumlelere bak ya,
Nobel'im nerede benim?

Yasanmisliklar aurasi.
Daha ben ne anlatayim ki bu lafin uzerine..

Hadi iyi geceler canlarim,
Kocaman opuldunuz..
ÇS*12

3 Eylül 2012 Pazartesi

Yaprak Dökümü

Hayda, daha dakika bir nasıl negatif bir giriş o ya.

Sonbahar geliyor diyecektim bak neler oldu.

"Daha pastırmalar var." dedi umut dolu annem, canını seveyim.
Pastırma olsun cemre düşsün, tüm yerel söyleyişler hava ısınacak gerilmeyini işaret etsin,
Etsin, ben daha denize gireceğim.

Yaprak dökümü deyince direk aile trajedisi gelmedi mi akıllarınıza, oysa sadece sararıp düşen yaprakları kast etmiştim.

Bu sene bir türlü çakamadım,
Buradan "deniz istiyorum, güneş istiyorum, kum istiyorum" yazdıkça, ne güneşi gördüm ne denizi ne kumu, resmen elendim bu yaz.
Seneye totemin dibini gösterip tek kelime yazmayacağım yazla ilgili.
Olmaz ki böyle.

Hanginiz haset ettiyse, cıkcıkcık.
Bu sene hiç yaz olmadı sanki..


Tabii ki bu yazımı yalnızca eylül ayına girmiş olmamıza borçlusunuz, alkış.

Bir şey söyleyeyim mi, 2012 de bitiyor.
2013 ne ya, girmeyelim ona biz, ben daha hazır değilim.

Daha yılbaşı hediyelerinizi almadım.



Eylülün gelişi, fark ettiğiniz gibi,
Bende ileriye dönüşçül, yarını değil 3 ay sonrasını hesaplama meyilli,
Tuhaf, dramatik, melankolik, şimdiden yorgun, tazeden bıkkın,
Sıkıntılı bir hal yarattı.

Sanırım genel olarak kışı hızlı geçmek bir an önce bahara gelmek istiyorum.
Yeniden.


Baharda doğum günüm var diye mi?
Hayır,
Baharda açan, coşan, filizlenen, yinelenen, mis kokan bir duygu var da o yüzden..

Tabii doğum günüm de var. 
Her türlü hediyeye açığım, ne kadar da tatlısınız bu akşam.



Eylülde başka ne sıkıntı var,
Okul açılacak.

Gerçi bu dönem okul için haddinden fazla hevesliyim, lisenin son iki senesinde yakaladığım ilginç bağlanma ruhunu nihayet İTÜ için de edindim galiba, hep yolun sonunda aklım başıma geliyor, sonra da çok hasret kalıyorum..

Olsun her seferinde daha güzel şeyler çıkıyor insanın karşısına, hayatta..

Gerçi her geçen yıl sizden bir şeyler de götürüyor ya, olsun..
Sanırım, içinizde hala yaşayan, atan, kıpırdanan bir taraf varsa, gelen her türlü yenilikten keyif alabilirsiniz..


Şimdi,
Biten şeylerden mi bahsedeceğim, başlayan şeylerden mi?

İşte sanırım sonbaharla ilgili en büyük çelişkim bu..

Ben sonbaharda hep bir şeylerin başlamasına alışığım, 
Bir tür uğuru var bende, bilemiyorum, ama hoşuma gidiyor..

Herhalde bu güzel başlangıçlar olmasa, kar yağmadığı halde soğuk olan bu mevsimi sevemezdim..
Denize girmeden sıcağı çekilen bir yaz gibi, bak yine geldi aklıma..


Bugün eylülün 3ü, hatta 4üne bile girdik,
Bu ay her gün yazmak istiyorum, her gün size anlatacak bir şeyim olsun istiyorum..

Nitekim eylül çok hızlı başladı,
Sabahleyin aracımızı polis çevirdi, korsan taksi şüphesiyle,
Annemin sorgu performansını keşke kameraya çekebilseydim,
Sanırım önceki hayatında kara işlerle meşguldü, ben böyle soğukkanlılık görmedim.

Sonuçta polise nerede oturduğunu bile söyletti.

"Ben seni bir yerden tanıyor muyum?"
"Yok abla ben Şirinevler'de oturmuyorum."
"Eczanenin orada bir sürü var senin gibi çocuklar minik minik."
"Doğrudur abla ben Mecidiyeköy'de oturuyorum."

Hay canını yiyeyim senin, çocuk da şaşırdı tabii, benim yaşlarda bir minikcağız.

"Bu iş için sabah kalktım yola çıktım ben."

Daha o kısmı bile aşamamış yavrucak, diğer polis 35 yaşlarında, Raybanleri çekmiş havası yerinde, onun söylemi de tutmadı, sonuçta şoför benim bile adımı bilince bırakmak zorunda kaldılar.

Bu arada yolun orta yerinde kenara çekilmek, tüh şimdi arabayı bağlarlarsa ne halt yeriz bu bavullarla endişesi, annemin de tansiyonu şekeri çıkmasa kaygısı, bunlar ilginç hissiyatlar tabii.. 


Ama 15 dakikalık bir adrenalindi. 
Annemi burada öpüyorum, tatlısın.

Ha bu akşam nöbete gelirlerse şaşmam, çünkü annem yaklaşık 5 kere nöbetçi olduğumuzu, 15 kere de eczanenin semtini belirtti. 

Eylül'e hızlı ama vakaalı girdik yani, umarım geri kalanı aynı hızda ama daha sakin ve neşeli olur..

Bu gecelik iyi geceler tatlılar, yarından sonra tatlı uzun soluklu ve neşeli yazılarımla içinizi açmak dileğiyle..
Seviliyorsunuz, öpüldünüz bir de..

Yaprakları dökmeyin..
ÇS*12