21 Eylül 2012 Cuma

Bu Eylül Akşamı Dışında..

Ve birden aklıma geldi!
Benim bir blogum vardı ya.


Vallahi dövün beni,
Ne bileyim atın yerde yuvarlanayım yani,

Baktım en son ayın 19unda yazmışım, çok da olmamış gerçi ama bir milyon yıldır sizinle tek laf etmemiş gibi hissediyorum.

[Düzeltme no:1, birinci dakika, sevgili YÖ'ye en son 13ünde yazdığımı belirttiği için teşekkürü bir borç bilirim. Ama 19'unda özlemişsiniz beni bir akın etmişsiniz bloga, ondan oldu böyle, yanılttınız beni. Bir de az eşşek değilim 8 gündür yazmıyormuşum, neyse hadi devam.]
Hadi yine iyisiniz, baya bir yer edindiniz bünyemde..

Eylül'ün başıydı hatırlıyorum,
Parmağımı hayalimde bir yerlere sallayarak,

"Bu ay her gün yazacağım!" demiştim,
Demiş miydim ya, dedim dedim.

E ne oldu?
Eylül hangi ara geçti, vallahi takip edemedim o kısmı, biri bana özet geçsin istiyorum..


Tatlı bir ay oldu ama laf aramızda,
Sanırım ondan nasıl geçtiğini fark edemedim bile.

Şimdi o zaman biraz geri sarayım da, şu Eylül ayının bir hesabını keselim..
Malum 2 gün sonra okul açılıyor, tatlı 4. sınıf öğrenciniz her gün, çok istese ilham deli gibi gelse de - nitekim eşşek ne zaman doluysam tam o zaman geliyor - yazma fırsatı bulamayabilir.

Ha buladabilir,
Sonra Çiçek'in vizeleri neden kötü geçti, sonra final haftasında neden bu kadar gerginsin?

Ben bu filmi daha önce izledim ya.


Mesela,
Hep bahsettiğim meşhur romanım Güneş ve Kumsal'ı ele alalım,
Bu yaz, itiraf ediyorum, bir kelime çiziktirmedim,
Bir kelime yahu,
Yok,
Ama bir final haftası gelsin, bakın nasıl geliyor hikayeler, hikayeler..


Eylül diyordum,
Geri sarıma bugünden başlayalım,
Bugün adaya gidemedik, ama bu seneye kesin gideceğiz anlamına geliyor.

Bugün okumadığım birçok kitabın adını ya da yazarını bildiğimi öğrendim.
Yani buradan yapacağım çıkarım,
Çok iyiyim.

Değil tabii, sanırım daha çok kitap okumalıyım.
Belki o zaman bildiğim şeylerin aklıma gelmesi kırk saat sürmez.

B vitamini de iyi bir çözüm olabilir ama..


Sonra dejavu meselesi var,
Bugün dejavunun kralını yaşadığım bir an oldu,
Hatta bu dejavu değildi, gördüğüm rüyanın gerçekleşmesiydi,
Bildiğin o anı daha önce gördüm ve bunu yaşarsam unutmamalıyım dedim, hatırlıyorum.

Resmen rüyamda bile kendime sıkıntı yaratıyorum yahu,

"Bunu unutmamalıyım." nedir?

Buradan yapacağım çıkarım,
Y.Ö.'nün önerdiği gibi kahinim.
Değil tabii, dejavu tamamen rüyalarda sebebini kestiremediğim bir şekilde gelecekten küçük ve önemsiz kesitler görmemizden oluşuyor diye bir sonuca vardım.


Bir de rüya göremeyen insanlar var mesela,
O kötü bir şey ya, her neyse.


Bugünden bir başka çıkarım,
Bu biraz özlü söz gibi olacak,

Başkasının ceketiyle yağmura çıkılmaz.

Vallahi havalı oldu, bunu Türk Dil Kurumuna armağan ediyorum.
Anlamı; içine düştüğünüz sıkıntılı durumlardan kurtulmak için başkalarına güvenmeyin tedbirli olun.
Sonuçta o özlü sözler, deyimler, atasözleri de yaşanılarak çıkmamış mı, bu da benden tarihe hediye olsun, hadi bakalım..
Böyle söyleyince direk aklıma "Kaş yaparken göz çıkarmak." deyimi geldi,
Mesela bu da gerçek anlamda biliyor muydunuz?

Bak yine dağıldı konu,
Eylül ayı diyordum,
Siz ne yaptınız bilmiyorum ama, ben bu 22 güne,
Bir tatil,
8 arkadaş, ki hala görmek için çırpındığım tatlılarım var,
3 şehir,
10u İstanbul'da olmak üzere, toplam 12 ilçe,
Ve bir sürü güzel anı sığdırdım.


Düşününce yapmışım bunu gerçekten, yine de şıp diye geçti.

Bence artık okula gideyim ya, hak etmişim bunu.


24'ünde okullar açılıyor,

Ve itiraf etmeliyim ki yorganımı özledim.

Ha bir de, ertesi gün sınav olan akşamlarda, yorganın içine girmenin albenisini özledim.

Hani o rahatsız sandalyenizde dikilmektesinizdir, yatağınız haddinden fazla oynak bir sevgili gibi size göz kırpar, arada yorganınızın açıp kapandığına yemin bile edebilirsiniz ya, işte o albeniyi özledim.

Kalorifer yansın istiyorum.
Bende nedense yüzemiyorsak kış gelsin kafası hakim,
Aşamadım bunu, ya da mevsimleri özlüyorum sanırım.

Bir düşündüm de, 4 mevsim olmayan bir ülkede yaşayamam sanırım.


Şimdi bunu dedim ya,
Kesin hayatımın bir dönemini Antarktika'da falan geçirmem gerekecek, tüh.

En çok kırmızı paltomu özledim galiba.
Evet, kış ayı, kırmızı başlıklı kız geri dönüyor..


Sanırım önümüzdeki günlerde yaza elveda tadında bir yazı yazmalıyım..
Bu yaz çok mevzu döndü bak,
Keşke burada olsanız da, birebir anlatsam bağıra çağıra..

Yazılarım sessiz ama, heyecanlıyken yüksek sesle konuşurum ben..
Şimdilik kafanızdaki sesleriniz can veriyor kelimelerime,

Ve bunu dediğim andan itibaren kafamla başkalarının sesleriyle okumaya çalışıyorum kelimeleri,
Hayır bunu denemeyin.

Ya da yazıyı en baştan en son gördüğünüz kişinin sesiyle okumaya çalışsanıza içinizden, ne tatlı olur.
Bazen, sıkıntı yaratıyorum.

Sizi bu çıkmazda bırakarak aranızdan ayrılıyorum, bu gece de,
Sonra tekrar yazmak isterdim ama çok önemli bir işim var, o kadar önemli ki,

Sadece düşününce bile kalbim daha hızlı atmaya başlıyor,

İyi geceler, tatlılar,
Sizi kimse sevmezse, ben severim,
"İçimde şeker çuvalı gibiydi, sevgiler"

Öpüldünüz..
ÇS*12

13 Eylül 2012 Perşembe

Bozcaada Sahillerinde Bekliyorum, 3: Evden..

Ve döndüm.

Zaten o 'ö' ve 'ü' beni ele verdi değil mi, ah bu Türkçe karakterler..
Özlemişim ama..


Bozcaada'dayken pek fazla yazacak vaktim olmadı, oysa anlatacak mesele çoktu,
Fakat öyle mükemmel ve ısrarla uymaktan şaşmadığımız bir günlük programımız vardı ki,
Hiçbir köşesine yazı yazmayı sığdıramadım..

Bir kez denizde yazabildim, o da malum kuzen güneşlenirken..


O halde bilenlerinize bilmeyenlerinize, Bozcaadamızı az buçuk daha anlatmaya devam edeyim..
Tadı henüz damağımdayken, gerçek anlamda, az önce gelincikli lokum yedim de..
Ah Bozcaada..


İlk gün mükemmel bir şey oldu.
Fotoğraf makinamın çalışmadığını fark ettim, ne tatlı değil mi?
Ben ki ailenizin fotoğrafçısı Çiçek, Bozcaada gibi çekilesi bir yere gidip tek kare çekemeyeceğim,
Üstelik inadına çevrede sırf fotoğraf çekmeye gelmiş havalı makinalı zibilyon tane insan varken.

Kendilerini sevmiyorum.
Gıcık oluyorum onlara.
Tüm tatil makinalarının lensleri düşsün, hafıza kartları yansın diye hasetle baktım.

O kadar da değil ama, üzdüler keratalar.
Gözüme sokar gibi, olsun telefonum var benim sekkiz megapiksel.

Sekkiz.


Öncelikle sapık gibi yemek yedik.
Neden, çünkü birincisi memleket olarak yemek konusunda genel bir sapıklığımız var,
- bakınız eve gidince ne yiyeceğiz diye düşünmek, bakınız sahilde mısır yemek -
İkincisi de daha önce yemediğiniz, hep olsun diye hayal kurduğunuz, ya da yediğiniz ama bir kere de açık havada lüpleyeyim diyeceğiniz çeşitli lezzetli yiyecekler var.

Birincisi tabii ki reçeller,
Adamlar domatesten reçel yapmış ya, vallahi Japonlar yapamaz,
Çok da kral olmuş,
Patlıcandan da yapmışlar ama ona kalbim elvermedi, tatmadım.

Sonra karpuz kabuğundan reçel yapmışlar,
Bak hem karpuz kabuğu, hem reçel,
Karpuz kabuğu bir numaralı afrodizyaktır, bilmeyenlere,
E reçel dediğin paso şeker, enerji deposu,
Bu ikisi bir araya gelip bir de sabah lüplenince, genel olarak olabileceklerden ada halkı haberdar olmasa gerek ki, şapır şapır karpuz kabuğu reçeli yapıyorlar..

Ya da belki bilinçlidir, onu eczaneye danışmak lazım..
Neyse çirkinleşmeyeyim.

İncir reçeli, bal kabağı reçeli, gül reçeli, tattığınız, ama ilk kez tatmış gibi hissedeceğiniz reçeller,
Bir de gelincik reçeli var ki, tadamadım ama yine de mükemmel olduğuna emin olduğum için aldım, aşağıda mutfakta beni bekliyor..


Gelincik demişken,
Adanın kendini tamamen gelinciğe adamış çok tatlı bir kafesi var, bedavaya reklam yapmak gibi olmasın,
Ada Kafe,
Reçeller, şerbetler, muhallebiler, kurabiyeler,
Ah o kurabiyeler!
İçinden lokum çıkıyor arkadaş, olmaz ki böyle şey!
Eve de getirdim, yerken ağlıyorum.
Neredeyse ahçıyı kaçıracaktık gelirken, o denli..




Damla sakızı mevzuu var bir de,
İlk gün çok övüldüğü için adanın meşhur damla sakızlı kurabiyelerini deneyelim dedik,
Onda pek de aradığımızı bulamadık,
Nitekim, kutuyu açtığınızda neredeyse bir damla sakızı rüzgarı yüzünüze çarpıyor, buraya kadar çok güzel,
Ancak şekeri çok az olduğundan pek ağzıma layık bulamadım..
Damla sakızı likörü şahaneydi ama,
Kahvesi zaten malum, şahane bir şey..
Ha bir de lokumunu aldım, onu daha denemeye yerim olmadı..


Farkındaysanız şuana kadar tüm paramı yemeğe yatırmış gözüküyorum, doğrudur.

2 akşam adanın nadide meyhanelerinde meze yemeyi tercih ettik,
İkisinde de yediğimiz her şey mükemmeldi,
Zaten ambiyanstan bahsetmeme gerek yok, tüm dükkanlar çok zevkli..

Bu arada ilk gün Rum tarafında karşılaştığımız hırslı Rum teyzeye de buradan sesleniyorum,
"Ama plaj bizim tarafta ne oldu?"


Ada tarih boyunca sürekli el değiştirdiğinden, farklı toplumlar görmüş geçirmiş haliyle,
Son olarak da Türk tarafı ve Rum tarafı olmak üzere bir akarsuyla bölünmüş,
Tabii şuan o akarsu yerinde adanın ana yolu var,
Sol tarafı Türk tarafı, sağ tarafı Rum tarafı,
Rum tarafı yakın tarihte bir yangın geçirmiş ve bir mimar tarafından tamamen baştan yaratılmış,
Bu süreçte birbirinin aynı ve düzenli dükkanlara ve ızgara şeklinde sokaklara sahip olmuş,
Bu daha ilk günden "Bizim taraf daha güzel." diye övünen Rum teyzemizi haklı kılıyor,
Ancak bahsettiği mekanların çoğunu Türklerin işlettiği varsayılırsa,
Ayrımcılık yapmayalım teyzeciğim diyorum kendisine..

Bu arada bu bilgileri edinmemizi sağlayan sevgili "Ada Turu" rehberimiz ve şöförümüz, ismini bilmediğim Red Hot Chili Peppers hayranı, adanın asi elektrik mühendisi gencine teşekkürü bir borç bilirim..


Ada turu..
Havamızın tavan yaptığı aktivite olsa gerek..
Ada turu, adanın anayolunu takip ederek tüm adanın gezildiği,
Sonunda batım anlamına gelen Polente tepesine varılarak günbatımının izlendiği romantik bir tur,
O kadar romantikti ki,
Bir kaç saniye kuzenimle birbirimize meyil yapmış bile olabiliriz,
Bozcaada'da olan Bozcaada'da kalır.

Şaka tabi, heyecanlanmayın, öh yani.


 



Ada turu için önceden bilgili olduğumuzdan,
Gün içinde gidip şarabımızı aldık,
Tortillalarla küçük sandviçler hazırladık,
Altımıza sereceğimiz tatlı peştemalimizi de çantamıza koyarak yola çıktık..
Polente tepesine varınca, piknik tadında hepsini en güzel tepeciğe sererek
Rüzgar güllerinin sesi eşliğinde gün batımını izledik..

Herhalde bu aktiviteyi sevgilimle yapmış olsam,
Odaya dönünce,
Heyecanlanmayın,
Hemen aklınız kötüye çalışıyor, bak bambaşka bir şey söyleyecektim oysa ki ben,
Herhalde,
Beşbin tane şiir yazardım diyecektim..

Kesin yazardım,
Şiirler şiirler..


Kesin olarak bir kez daha gideceğim,
Bu kez çalışan bir fotoğraf makinasıyla,
Zaten kuzenle de sözleştik,
Bu kez ağustos ayını seçeceğiz, belki denizde bir taraflarımız donmaz diye..

Bu arada odamız, dünyanın en tatlı odasıydı,
Öyle sahiplendik ki orayı,
Biraz özlemiş bile olabilirim..

Bu anlattıklarımın hepsinin fotoğraflarını da iliştireceğim yanlarına şimdi,
Umarım ada hakkında azbuçuk fikriyat edinmenizi sağlamışımdır..



Bu arada kuzenin ikinci günden hasta olduğunu,
Tüm tatil burnunu çektiğini,
Son iki gün öksürdüğünü,
3. gece kafasını çarptığını,
Aynı gün benim dizimi sürtüp denizde mükemmel yanıcı anlar geçirdiğimi,
İlk gün sahilde uyuyup amele yanığı olduğumu,
4. gün fazla şaraptan denize girene kadar hangover'ın dibini gördüğümüzü,
Ödünç aldığımız ve daha ilk darbede kırdığım bıçakla parmağımı kestiğimi,
Ayak bileğimde hala nereden geldiğini bilemediğim bir kesik olduğunu,
Gece 12de sırf oyunumuz bölünmesin diye şarap almak için üst değişip apar topar markete koştuğumuzu,
Yine bu aynı mükemmel alışveriş sırasında midemizi düşünmeyi bırakmayıp salam aldığımızı,
Dönüş yolunda 11de vapur var sanıp 10.30da pansiyonu terkederek,
Vapurun 12de olduğunu öğrenince bir buçuk saat bankta homelesslarla takıldığımızı,
Dönüş otobüsü 12.30ta olduğu için vapurda kalp krizi geçirdiğimizi,
Diloş'un otobüse koşarken bir an elindeki paketlerle daha fazla gidemeyeceğini hissedip geride kalmayı düşündüğünü,
Otobüsün Çanakkale'den İstanbul'a tüm otogarlarda, ama her bir ilçenin otogarında durduğunu,
Sırf siz bu tatili toz pembe görün diye,
Anlatmadım..

Galiba şimdi anlatmış oldum..

Çok keyifliydi ama,
Çiftlerimizle gelip, araba kiralayıp, kimsenin ayak basmadığı koylara dadanacağımız ve kırmızı kapılı seksi otelde kalacağımız sözünü unutmadım Dilara S., burada da tarihe not olarak düşüyorum..

Sarı tekrar İstanbul'da, bu kez temelli,
Zaten hepiniz yine doluşmuşsunuz İstanbul'a onu fark ettim,
Kış geliyor desenize..

Sizi seviyorum, özlemişim de..
Hepiniz öpüldünüz,
İyi geceler!
ÇS*12

9 Eylül 2012 Pazar

Bozcaada Sahillerinde Bekliyorum, 1 : Denizden, Bizzat

Denizden yaziyorum suan size.

Hani daha once de cirkinlestigim zamanlar oldu ama, bu kadar da cirkinlesmemistim.


Naber?
Tabii deniz dedim diye haldur huldur telefonu kapip suya dalarak, bu eksi 10 derece suda 25 dakika sabit durup size seslenecegimi hayal etmeyin,
Kumsaldayim yavrum.

Baya, boyle sezonluk bikinim,
Basimda adima gondermeli sari cicegim,
Yeni nesil pestemalim, vallahi cok kullanisli,
Cekirdegim, terligim ve her seyimle
Gunesin alnindan size sesleniyorum, ey tatlilar..

Yalniz rica ediyorum, bedduaya sardirmayin, nitekim su o kadar soguk ki, sizin etkinizle bi derece daha duserse tatli gergin kisa hayatim
Donarak son bulur, aman ha.


Bozcaada..
Bozcaadamizda ikinci gundeyiz, dun odaya gidip teknik olarak sizdigimiz icin sizle iki lafin belini kiramadik..

Ne yaptik peki?
Oncelikle gorelilik teorisinin burada ciktigina inaniyorum, cunku adada zaman normal hayattakinden 1/3 oraninda daha yavas akiyor..

Hayir bunu sikilma olarak anlamayin..

Tam tersine yapilacak bir suru guzel aktivite ve yiyip icilecek bir ton mekan var,
Ama ne zaman saate baksaniz yalnizca 15 dakika gecmis oluyor..

Iste Einstein tam da bunu aciklamis gorelilik teoremiyle,
Zaman goreceli..

4 farkli mekanda oturduk,
Iki carsi gezdik, ki iki bayandan bahsediyorum,
Odamiza geldigimizde saat 22.50ydi.
Olmaz ki arkadas..
Her neyse..

Simdiye kadar adayla ilgili en cok begendigim sey, hediyelik esya cilginligi..
O kadar cok cesit var ki,
Sanirim tum arkadaslarima 5er hediye almam gerekicek, ya da onlara bir kendime 25..

Hosuma gitti bak bu..

Bu arada az once misir molasi verdim fark etmediniz..

Adaya donecek olursak,

Plaj isinde para var ya..
Dun 2 sezlong bir semsiyeye 15 tayyip verdikten sonra bugun kucuk bir hesap yaparak yaklasik 200 semsiyeden plaji her kim isletiyorsa gunde 3 milyar kazandigini fark ettim..

3 milyar.
Allah'in denizi Allah'in kumuyla gunde 3 milyar..

Bosa okuyoruz biz ya.


Adanin kendine has orjinal recelleri var, en meshuru domates receli,

Ogh boggg demeyin,
Bildigin 10 numara recel..
Kabak receli de on numara, gelincik ve uzun recellerini denemedim henuz amaeve donuste alacagim kesindir..

Haydi simdilik bu kadar olsun,
Belki aksam yine yazarim..

Ben denize dalmaya gidiyorum,
Tuzlu tuzlu optum..
ÇS*12

7 Eylül 2012 Cuma

Bozcaada Yolcusu Kalmasin!

Efendim, iyi aksamlar..
Bir otobus yolculugunda daha beraberiz..

Bu sene sansim neden hep otobuslerden yana onu kestiremedim bak, ayagimi yere kesikli mi surudum, koruklu mu surudum ne yaptimsa..

Bu arada en bastan her turlu yazim hatasi ve ingilizce karakter kullanimi icin ozrumu dileyeyim, malum telefondan yaziyorum, zor is..


Evet..
Bu seri,
Yani bu yazi ve takibindeki iki uc Bozcaadada ne yaptim yazi serisi buyuk ihtimalle sezonun son tatil yazilri olacak o yuzden psikolojinizi simdiden buna hazirlayin..

Diye diye, tatilin sonunu getirdim bak goruyor musunuz?

Yahu tatil baslangici yazimda neden lafa tatilin bitisiyle girdim, olmaz ki..

Herneyse,
Otobuste olunca ister istemez gidisler hakkinda yaziyorum..
Ama bu kez Olimpos yazimin aksine 'geride bir bekleyen birakilan' gidislerden bahsedecegim..

Yalnizca dile getirmesi bile ne tatli degil mi?

Geride bekleyen birakmak..
Temelde kesin olarak geri doneceginiz anlamina geliyor,
Bazilari icin korkutucu olabilir,
Bazen oyle anlar olur ki aklinizda kucuk bir yerde de olsa sonsuza kadar kactiginiz yerde yasayabileceginize inanirsiniz..
Bazilari bu hisse oyle siki sikiya baglanirlar ki, geride bir bekleyenlerinin oldugunu bilmek onlari korkutur..

Ait olma korkusu..


"Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır?"
Der sair, nasil da her defasinda katiliyorum ona..

"Yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu.."

Bir de bu acidan dusunun..


Bombos kocaman bir akilla 'ozgur' bi yolculuk yapmak da cazip geliyor zaman zaman, ama sanirim ben yine de kalbinin atmasini tercih edenlerdenim..

Kalbim atiyor,
Ve ben kalbimin attigi zamanlarda mutluyum..

Yarim kalan guluslerin,
Bogaziniza takilan anilarin,
Gecmeyen zamanlarin,
Surekli kanayan, kendini kanatan yaralarin,
Dusuncelerin,
Karabasanlarin oldugu bir
Ozgurluk, ne isime yarar?

Ben kalbim attigi surece benim,
Siz de oylesiniz, bunu bir dusunun..

Arada bir her seyi bir kenara atip,
Kalbinizi dinleyin..

Belki o gitmek istemiyordur..


Yollar insani fena yapiyor,
Sanirim uzerinden gecen her bir yeni ruh,
Yeni ve eski yuzlerce aniyi da,
Sicak asfalttaki lastik izleri gibi,
Ardinda biraktigindan,
Ayni yollarin her bir yeni ziyaretcisi de bu yasanmisliklar aurasindan nasiplenmezse olmuyor..


Arkadas otobus koltugunda kurdugum cumlelere bak ya,
Nobel'im nerede benim?

Yasanmisliklar aurasi.
Daha ben ne anlatayim ki bu lafin uzerine..

Hadi iyi geceler canlarim,
Kocaman opuldunuz..
ÇS*12

3 Eylül 2012 Pazartesi

Yaprak Dökümü

Hayda, daha dakika bir nasıl negatif bir giriş o ya.

Sonbahar geliyor diyecektim bak neler oldu.

"Daha pastırmalar var." dedi umut dolu annem, canını seveyim.
Pastırma olsun cemre düşsün, tüm yerel söyleyişler hava ısınacak gerilmeyini işaret etsin,
Etsin, ben daha denize gireceğim.

Yaprak dökümü deyince direk aile trajedisi gelmedi mi akıllarınıza, oysa sadece sararıp düşen yaprakları kast etmiştim.

Bu sene bir türlü çakamadım,
Buradan "deniz istiyorum, güneş istiyorum, kum istiyorum" yazdıkça, ne güneşi gördüm ne denizi ne kumu, resmen elendim bu yaz.
Seneye totemin dibini gösterip tek kelime yazmayacağım yazla ilgili.
Olmaz ki böyle.

Hanginiz haset ettiyse, cıkcıkcık.
Bu sene hiç yaz olmadı sanki..


Tabii ki bu yazımı yalnızca eylül ayına girmiş olmamıza borçlusunuz, alkış.

Bir şey söyleyeyim mi, 2012 de bitiyor.
2013 ne ya, girmeyelim ona biz, ben daha hazır değilim.

Daha yılbaşı hediyelerinizi almadım.



Eylülün gelişi, fark ettiğiniz gibi,
Bende ileriye dönüşçül, yarını değil 3 ay sonrasını hesaplama meyilli,
Tuhaf, dramatik, melankolik, şimdiden yorgun, tazeden bıkkın,
Sıkıntılı bir hal yarattı.

Sanırım genel olarak kışı hızlı geçmek bir an önce bahara gelmek istiyorum.
Yeniden.


Baharda doğum günüm var diye mi?
Hayır,
Baharda açan, coşan, filizlenen, yinelenen, mis kokan bir duygu var da o yüzden..

Tabii doğum günüm de var. 
Her türlü hediyeye açığım, ne kadar da tatlısınız bu akşam.



Eylülde başka ne sıkıntı var,
Okul açılacak.

Gerçi bu dönem okul için haddinden fazla hevesliyim, lisenin son iki senesinde yakaladığım ilginç bağlanma ruhunu nihayet İTÜ için de edindim galiba, hep yolun sonunda aklım başıma geliyor, sonra da çok hasret kalıyorum..

Olsun her seferinde daha güzel şeyler çıkıyor insanın karşısına, hayatta..

Gerçi her geçen yıl sizden bir şeyler de götürüyor ya, olsun..
Sanırım, içinizde hala yaşayan, atan, kıpırdanan bir taraf varsa, gelen her türlü yenilikten keyif alabilirsiniz..


Şimdi,
Biten şeylerden mi bahsedeceğim, başlayan şeylerden mi?

İşte sanırım sonbaharla ilgili en büyük çelişkim bu..

Ben sonbaharda hep bir şeylerin başlamasına alışığım, 
Bir tür uğuru var bende, bilemiyorum, ama hoşuma gidiyor..

Herhalde bu güzel başlangıçlar olmasa, kar yağmadığı halde soğuk olan bu mevsimi sevemezdim..
Denize girmeden sıcağı çekilen bir yaz gibi, bak yine geldi aklıma..


Bugün eylülün 3ü, hatta 4üne bile girdik,
Bu ay her gün yazmak istiyorum, her gün size anlatacak bir şeyim olsun istiyorum..

Nitekim eylül çok hızlı başladı,
Sabahleyin aracımızı polis çevirdi, korsan taksi şüphesiyle,
Annemin sorgu performansını keşke kameraya çekebilseydim,
Sanırım önceki hayatında kara işlerle meşguldü, ben böyle soğukkanlılık görmedim.

Sonuçta polise nerede oturduğunu bile söyletti.

"Ben seni bir yerden tanıyor muyum?"
"Yok abla ben Şirinevler'de oturmuyorum."
"Eczanenin orada bir sürü var senin gibi çocuklar minik minik."
"Doğrudur abla ben Mecidiyeköy'de oturuyorum."

Hay canını yiyeyim senin, çocuk da şaşırdı tabii, benim yaşlarda bir minikcağız.

"Bu iş için sabah kalktım yola çıktım ben."

Daha o kısmı bile aşamamış yavrucak, diğer polis 35 yaşlarında, Raybanleri çekmiş havası yerinde, onun söylemi de tutmadı, sonuçta şoför benim bile adımı bilince bırakmak zorunda kaldılar.

Bu arada yolun orta yerinde kenara çekilmek, tüh şimdi arabayı bağlarlarsa ne halt yeriz bu bavullarla endişesi, annemin de tansiyonu şekeri çıkmasa kaygısı, bunlar ilginç hissiyatlar tabii.. 


Ama 15 dakikalık bir adrenalindi. 
Annemi burada öpüyorum, tatlısın.

Ha bu akşam nöbete gelirlerse şaşmam, çünkü annem yaklaşık 5 kere nöbetçi olduğumuzu, 15 kere de eczanenin semtini belirtti. 

Eylül'e hızlı ama vakaalı girdik yani, umarım geri kalanı aynı hızda ama daha sakin ve neşeli olur..

Bu gecelik iyi geceler tatlılar, yarından sonra tatlı uzun soluklu ve neşeli yazılarımla içinizi açmak dileğiyle..
Seviliyorsunuz, öpüldünüz bir de..

Yaprakları dökmeyin..
ÇS*12

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir Ders Seçimi Klasiği 1..

Bu sene derslerimi 10.00 da aldım.


75 krediyi dönünce İTÜde hayat daha tatlı, bunu farkettim.
Tabii orayı dönene kadar hayat hiç de tatlı değil, o ayrı..

Bu yazıyı,
Bugün otomasyona giriş dahi yapamayan, 
"Bilgisayarı kapattım kahvaltı ediyorum." diyen,
Çılgınlar gibi yenileye tıklarken açılışın 11'e alındığını fark bile edemeyen,
11de başlayacak diye rahatlayıp ders alanlar olduğunu duyunca kaderine lanet eden,
Okulu bırakma kararı alan,
İkinci senesinde olup henüz 2. sınıftan sayılmayan, bunlar alamıyorsa ben ne halt yiyeceğim 31inde diye kederlenen,
Ha tabii bir de biz de bu yollardan geçtik diyerek koltuğunda gerinip gururla kahvesini yudumlayan,

Tüm sevgili İTÜ'lü kardeşlerime ithaf ediyorum..

Bir ders seçimi klasiği, şahsi tatlı ders seçimi anılarım..


Oysa ilk dönem ne tatlı oluyor, 
Okulun ilk dönemi sistemin açılmasından iki dakika önce aldığım derslere sevinip, oysa ne tatlı oluyormuş ders seçmesi demiştim, ah çocuk, ben de tatlıymışım..

İTÜ'nün en dertli yanı, çoğu şeyi bizzat burnunuz sürtülerek öğreniyorsunuz,
Hani bir kişi de siz şapşal seçimler yaparken, hop orda dur tatlım ne yapıyorsun demiyor..
Özgürlük güzel şey, ama bazen bir el başınızdan tutup sağa sola çevirse de istemiyorsunuz değil,
Mesela ben okulda koca bir dönem kaybettim, bu yönlendirilmeme sebebiyle..

Bak yönlendirmek isteyen, sorularınıza açık ve istekli insanlar var tabii ki, kendilerini buradan kocaman öpüyorum hatta!
Ancak çoğunlukla kendi şapşallığınızdan onları zamanında bulamayabiliyorsunuz, her neyse..

İkinci dönem, birinci dönemin verdiği rahatlıkla bilgisayar başına geçtiğimde,
Çok mutlu bir çocuktum,
Hatırlıyorum,
Yanaklarım al aldı, böyle elma yanaklı sevimli bir çocuktum.

Sonra hakaretler etmeye başladı dilim, İTÜ insanı fena bozuyor bazen..

Nitekim yaklaşık bir saatlik umutsuz bir çabalamadan sonra, gerçekle yüzleşip kaderime lanet ederek,
Durumun psikolojisinin verdiği yoğunlukla bilgisayar başından kalkıp,
Televizyon başına geçtim ve,
Selena izledim.

Evet Selena.
İnanın ders seçiminden daha keyifliydi.
Kafa açıyor en azından.

Böyle farklı dünyalara gidiyorsunuz.
Tam ders seçiminde aranılan haz.


Sonra beni bu kayıp ruh halinden sevgili bölümdaşım Zeynep U. çıkardı, beni ormanda kaybolmuş Tarzan ruh halinden çıkarıp "benim derslerimi bir arkadaşım alıyor, seninkini de alsın" dedi.
Ne tatlı insanlar var dünyada,
Sevgili Umut A.'ya zamanında beni tanımadığı halde bana ders aldığı için teşekkür ediyorum, öpüyorum hatta..
Kendisine hala bir pasta borcum olması lazım, neyse ki unuttu.
Şaka canım, bunu okursa kesin alırım.

Peki biz siteyi görmeyi bırak neredeyse internete bağlanamayacakken, bu çocuklar nasıl kendilerini bırak bir de ona buna şuna bile ders seçtiler dedik,
Cevabı, dersleri gidip okuldaki bilgisayarlardan almaktı.

Bu fikri sevdik, yaparız biz bunu dedik, 3. dönem.
Mis gibi bir sonbahar başlangıcı, okulda sabahlamak üzere yola çıktık..


Bizim okul korku filmi seti vesselam, 
Akşam 8 civarıydı okula girdiğimizde, o zaman da körpeciğiz,
O ağaçlı yolda sanarsınız sağdan soldan kurtlar ayılar atlayacak..
O akşam önemli bir maç vardı, arkadaşlarımız geç geleceğiz dediler,
İki kız ağaçlı yolda güle kıkırdaya, neden aydınlatma özürlüyüz diye söylenerek kütüphaneyi bulduk..

Tazeler bilmez, eskiden kütüphane gece açık değildi,
Totalde 20 kişilik olan rezerv kısmı açıktı sadece, hani bir de gidip masa kapma derdi vardı,
Plajda şezlong kapma misali.. 

Masaya havlumuzu attık tabii,
Sanırım sabahlama maceralarımızın en neşelisi o ilk dönemdi, 
Gecenin bir saati yemekhanenin yanındaki banklarda pizza yemiştik mesela, tatlı zamanlardı,
Her şey kalabalıkken keyifli galiba.. 
Ya da aşıkken.. 

İşin dedikodusuna girmezsem olmuyor değil mi?

O gece sabaha karşı, kampüsün önünden geçen yolda tuhaf hareketler sergileyerek uyanık kalmaya çalışırken, nedense güzel şeyler olacağına inanmıştım.. 

Bir de o zaman, yoklama derdi vardı,
Bizim fakültede de, yani Uzay-Uçakta, yoklama vardı ancak bir kağıt parçasından oluşuyordu, biz o sebepten ne olur ne olmaz diye elektrik fakültesinin yoklamasına yazılmıştık.

Nitekim, şekerli bir su pıtırcığı gibi tatlı fakülte sekreterimiz Aylin abla,
Nedense ertesi sabah gelip haşırt diye yoklamayı ortadan ikiye ayırmıştı, 
Yeniden yapılacak diyerek, o sabah neden kızgındı bilemiyorum..

Elektrik-elektrikte de bir ekip var, sanarsınız yoklama almak için doğmuşlar, 
3er saat arayla yoklama alma fantezisi, izlenilmeye değer bir aktiviteydi ama..
Fakültenin "abileri" ki kendilerinin mutlaka arabası vardır,
Yoklamayı başlatırlar,
Sabah kim labları kullanacak sıralaması,
Gece 12de, 3te ve sabah 6da, 3 tane yoklama yaparlar..
Aradaki süreçte onların arabası var tabi girer, uyurlar,
Siz de yoklama kaçmasın diye tam o saatte elektriğe yürürsünüz fiti fiti..



Yoldan buradayım diye bağıranlar,
Kız ismine burada diyen erkekler, erkek ismine burada diyen kızlar,
Ve acımasız yoklamacının kişi başına yalnızca 8 saniye ayırmasın, buradayım dedin, dedin..

O liste sabaha kadar neredeyse yarıya iner..
Yazık benim kardeşlerime, mutlaka uyuyakalırlar..

Son yoklamadan sonra da saatin 8 olmasını beklersiniz,
Ne zaman ki poponuz bilgisayar koltuğuna değer, anca rahatlarsınız,
Bu arada biz o dönem dersi kendi fakültemizden aldık, gece uyumayıp yoklama aldırdığımızla kaldık yani..

Gerçi benim bilgisayar bir türlü siteye girememiş,
Aynı süreçte Zeynep hem kendine hem de bana ders almıştı ya.. 
Olsun ben de sabahladım işte..

Sabahleyin arkadaşlarınız mutlaka söylenir, "öbür dönem hayatta sabahlamam!"
Evde eğlencede olsanız, hepsi söylenmeden bir güzel sabahlar ama..


4. dönem, artık bilir kişiler olarak, yine aynı kadro, 
Bir yarımız önceden yer tutup, diğer yarımız güle oynaya yiyip içip okula vararak, 
Bir başka rezerv gecesini başlattık..

O dönem bizim fakültede bilgisayarlar yenileniyordu, işe bak tam da seçim dönemi,
Bu kez hakikaten elektriğe mecbur kalmıştık, neyseki yoklama konusunda deneyimliyiz,
Önceden isim yazdırıp rahatladık..

Yalnız hesaba katılmayan şey..
O hava ne kadar soğuktu arkadaş..


Üstelik ders seçimi sebepsizce saat 2deydi,
Yani sabaha varmanız da yetmiyor, 2ye kadar takılmanız lazım..

Yavuz Ö.'nün 50 kuruş attım 2 su geldi diyerek neredeyse dans ettiği anı hatırladım da.. 
Her şeye rağmen keyifliymişiz..

Tabii dışarısının takılınamayacak kadar soğuması sonucunda rezerv sınırlarına çekilmek zorunda kalmak,
"Öbür dönem hayatta gelmem!" söylemlerinin haddinden erken söylenmeye başlanmasına sebep oldu, bu da azıcık tadımızı kaçırdı..


Dötümüz dondu dötümüz.
Ne ders seçimidir arkadaş!

Ertesi sabah labların açılmasını beklerken, elektriğin içerisine sığınmış taşlarda otururken bir fotoğraflarımız var, içler acısı.. Onları da yazıya iliştireceğim..

Sonuçta o gün de öle dirile okuldan derslerimizi aldık, yine ben kendim alamadım ya gerçi, bu kez de Yavuz önce kendininkini sonra benimkini hatta sonra bir başka arkadaşımızınkini de almayı başardı, ve okulu terk ettik..


5. dönem herkes resti çekti, daha da gelmeyiz dedi erkek tayfa..
Biz de kız kıza gezeriz bu gece dedik,
Nitekim benim evden ders almam için Tanrı'nın elinin değmesi lazım, o denli.

Yine bir sonbahar akşamıydı,
Bu kez İTÜ bize acıdı ve kütüphaneyi geceleri açık bırakma kararı aldı,
Ancak sanırım bu işin eğlencesini kaçırdı,
Nitekim kızlar sağolsunlar, fosur fosur uyudular koltuklarda, çok yer olunca yoğunluk da azdı zaten,
Tadı kaçtı yani sabahlamaların..

Nerede o itiş kakış oturmacalar..



Akşamdan yoklama alınmadığını öğrendiğimiz anı hatırlıyorum da,
Gülçin D., ne tatlı sinirlenmişti.. 
Zeynep'in de eve dönme narası attığına eminim..

O sene kütüphane önündeki anlamsız, Galata kulesi heykeli de taze dikilmişti, kendisiyle çok eğlendik o gece itiraf ediyorum..


Fakültemizin tatlı güvenliği, akşamdan beri gelip giden bu tatlı 5 kıza 
"Sabah ilk sizi yazacağım listeye." diye söz vererek, kalbimizi fethetmişti,
Dediğini de yaptı, laba ilk giren kişiler olduk, aldık dersleri..


6. dönem, İTÜ sınıf ayrıcalığı çıkardı, 
Geldik işin en civcivli kısmına,
Hindistanlı bir ermiş dedi ki..

35 krediyi geçersen 2,
75 krediyi geçersen 3,
110 krediyi geçersen 4,
150 küsuru geçersen de mesut olursun..

Hayda..
Ben ki gözetimin bağrından kopup gelmiş bir genç, nasıl 3 olayım, 
Sevdiklerimle yollarım, ders seçimi günlerim ayrıldı, kalbim kırıldı, daha da okulda sabahlamam dedim..

Ve evden aldım!
Ben de şaşırdım, aldım ama..

Bölünmece biraz da olsa işe yaramış dedim..
Tabii aldım derken ilk yarım saati kastetmiyorum, ümitleriniz kesilmeye yakın başarmazsanız, tadı olmuyor zaten..

Bazen rektörlüğün hepimizin odasına birer kamera yerleştirdiğini ve
Ders seçerken nasıl kızarıp bozardığımızı görüp mutlu olduklarını düşünüyorum..

Hakikaten, ders planı önüne gelen ne tatlı okullar var..
Ama bizim okulda ders planı hazır gelse, onda da binbir türlü sıkıntı yaparlar adama..
Mühendis olacağız tabii biz, önce çözüm üretmeli..


Yaz okulu en tatlısıymış, Antalya'da içkimi yudumlarken aldım derslerimi.. Bakınız, sağdaki fotoğraf..



Ve bu dönem, 
Tez zamanda 4 olmaya hevesli bir 3 olarak, fakülteme sabahtan rahat rahat gidip,
30 kişiyle tatlı tatlı, saatin 10 olmasını bekledim..
Zorlu yollardan geçmiştim,
Çok ders seçimi görmüştüm, artık biliyordum, o dersler benim olmalıydı..
Zeynep'e dönüp dedim ki,


"Ya bir kere de ben alayım 10.01de derslerimi."
Zeynep, söylenerek
"10.01 teşekkürler İTÜ falan yazıyorlar ya, ne kadar gıcık oluyorum." dedi..
Yineledim,
"Yahu bir kere de tam 10da ben alayım derslerimi.."

Saat 09.59da tıkladım kayıt menüsüne, tam o an açılan CRN kutucuklarını inanın algılayamadım..
Arkamdaki kız "kutuları gördüm" diye bir yakarış atmasaydı, kutuları gördüğümü fark etmeyecektim..


10.00
Şaşkınım.

Dedim, hala da şaşkınlığımı atamadım inanın..
Meğer İTÜ'de küçük olmak zor işmiş.. 
Büyüyünce sizi de seviyorlarmış.. 


Şimdi hala debelenen 2lere, ya da bu yazıyı okuyup yarından sonrası için içlenen 1lere sesleniyorum,
Umudunuzu yitirmeyin..

Ve size Tarkan'dan "İnci Tanem"i armağan ediyorum..

Sabredin inci tanelerim..


Sonra bir ara nasıl ders seçilir yazısı da yazabilirim,
Ne çok kanayan bir yarammış bu değil mi?
Öpüldünüz..
ÇS*12








28 Ağustos 2012 Salı

When Will I See You Again?*

Bir milyon kilometre ayrı da yaşasanız.
Hiç tanışmamış da olsanız,
Aynı duyguyu yaşayabiliyorsunuz ya o yabancıyla, işte ben hayatın en çok bu cilvesine hayranım..

Ki bunu defalarca söylüyorum.
Ki sanırım bunu her aklıma gelişinde söylüyorum.

En çok da şarkılar ele veriyor bu hissel eşliği ya, tam şuanda kulaklarımdan geçen bir kaç satır size bunları yazmamı sağladı..

"When will I see you again?
You left with no goodbye
Not a single word was said

No final kiss to seal any sins
I had no idea in the state we were in.."

Demiş Adele yengemiz mesela, her duyuşumda beni başka bir zamana götürüyor. 
Geride kaldığını umuyorum ya artık o zamanların, yine de içiniz çekiliyor bir şekilde..


Yalnız olmama duygusu,
Ya da yalnız hissetmenin imkansız olması,
Lafı her nasılsa tam da buraya getireceğim.


İnsan neden yalnız kalır?
Ya da insanlar neden yalnızdır?
Ya da her insan yalnız mıdır?
Ya da yalnızlık var mıdır?


Yalnızlık biz kendimizi yalnız hissettikçe vardır.

Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan gibi bir giriş oldu ama, 
Satırların sonunda aynı dile geleceğiz merak etmeyin..


Yalnızlık,

Hayatta algılayamadığım, algılasam da kabul edemediğim, kabul etsem tahammül edemediğim, tuhaf, kimsenin tatmamasını dilediğim, sınayan bir duygu..

Hani bir de yalnızlığından hoşlanan insanlar vardır ya ısrarla, 
Kendi istekleriyle yalnız kalmaya çalışanlar,
Bence dünyadaki sevgi herkese eşit bölüşülebilseydi, bu zavallı insanlar da olmadıkları gibi davranmak zorunda kalmazlardı.
Onlara da bir şekilde üzülüyorum ben, bence herkes kalabalık olmalı,
İçi dışı eşli ve kalabalık, çünkü insan dünyada böyle çoğalır..

Ruhen.

Sınayan bir duygu dedim,
Yalnızlık, ciddi bir sınavdır.

Öncelikle söyleyeyim, hiçbir zaman gerçekten yalnız olmadım, çok şükür ki,
Ve kocaman şanslı bir çoğunluğun da aynı şekilde hiç yalnız kalmadığını,
Yalnızca öyle hissettikleri için yalnız olduklarını biliyorum..

Yalnız olduğumu sandığım zamanlar çok oldu ama,
Bu bir tür bencillik bence,
Bizi seven diğer her bir insana karşı yaptığımız kocaman bir bencillik.
Fakat yaptım,
Yalnızlık, yalnız hissetmek, Dünya'yla birebir kavgaya girişmek gibi,
Tekil de var olabiliyorum, kaygısı.

Mutsuz olmak, dünyaya mutsuz olduğunu belli etmek,
Yalnızlık değildir mesela.


Yalnızlık, kalbinizde sizi aydınlatabilecek hiçbir ışığın kalmamasıdır.
Ki bu imkansızdır.
Yalnızlık, sevilmemektir.
Ki bu da imkansızdır.

Bu dünyada henüz öyle bir insanla tanışmadım ki, bir tek kişi bile onu sevmesin..
Eğer öyle bir insan varsa, sanırım gerçek yalnız insan  odur.

Biz, yalnız olmak için yaratılmamışız ki,
Düşünün, 
Neden bir çift olarak düşmüşüz dünyaya?

Yani, yalnızlığa hasret olmak, en başından insanın doğasına karşı değil midir?
Yalnızlık bu yüzden bizi mutsuz eder ya..

Sanırım mutsuzlukla yalnızlık bu yüzden birbirlerini çağrıştırıyorlar.


Temel olarak yalnız olmanız imkansız,
Dünya üzerinde sizin, 
İddia ediyorum,
Yalnızca sizin bile, birebir aynınız olan en az bin tane insan daha var..

Bunu duyuyorsunuz,
Bunu dinliyorsunuz,
Bunu görüyorsunuz,
Yaşıyorsunuz,
Dünya üzerinde kendinizi bölünmüş hissediyorsunuz,
Ya da size ait sandığınız anılar, dünya üzerine bölüştürülmüş gibi,
Bu kadar büyük bir bütünün, küçük, küçücük bir parçasıyken, nasıl gerçekten yalnız olabilirsiniz ki?


Yani yalnızlık, 
Hem işin özünde,
Sizin tatlı küçük çekirdek evreninizde,
Hem de ait olduğunuz bu büyük, gerçek ve sınırsız evrende imkansız.

Siz doğduğunuz andan itibaren,
Hücrelerinizin çoğalma hızıyla eş zamanlı bir şekilde ruhunuzu da çoğaltarak dünyaya paylaştırırsınız, ya da ruhunuz sizin için çoktan o dünyaya dağıtılmıştır, 
Siz bu parçaların her birini bulup tek tek elinizle kavrayıp yok etmedikçe yalnız kalamazsınız ki..

Yani dünyadaki bir milyon insandan birinin sizi sevmemesi demek,
Yalnız olduğunuz anlamına gelmez.
Sevgili benciller..


Ah şımarık insan oğlu.
En sevdiğin şey değil mi, kendi canını sıkmak.

Sıkmayın,
Aklınızda tutmanız gereken tek şey,
Bu dünyanın yalnız kalınamayacak kadar kalabalık olmasıdır.

İyi geceler tatlılar,
Öpüldünüz..
ÇS*12