Memleketim insanı çok Amerikan filmi izliyor arkadaş.
Bu arada baştan belirteyim de yalan olmasın, ne yazık ki artık Olympos'tan değil İstanbul'dan bildiriyorum. Olympos mevzusunu son bir toplayayım istediğimden serinin adını bozmayayım dedim.
Artık ne ne gün olmuştu iyice karıştı ama, tahmin edebileceğiniz gibi öncelikle şu deprem mevzusunu bir masaya yatıracağım.
Öncelikle Olympos'taki tüm tarihi kalıntıların açıklamalarında bir yerden sonra "bilmem kaçıncı yüzyıldaki depremden sonra nanayı yemiştir' şeklinde açıklamalar var, şimdi tüm gün bunları okuduktan sonra "a ah neden titriyoruz" demenin pek de bir anlamı yok, demek ki neymiş titrek bir araziymiş evvelden de.
Tabi orada kastedilen aradaki 1500 yılda olan bir iki çok büyük deprem ama, bir binaya da yangında tahrip oldu falan deyin arkadaş.
Velhasıl kelam Olympos'u ortadan ikiye bölen dere yatağının sağ tarafını sabahın 11inden itibaren sıcaktı güneşti demeden haldır haldır gezip işin cılkını çıkardıktan sonra, derenin olması gereken yerde şimdi akan kaynak suyunun çıkışına yani tam deniz kenarına, ama hani nerdeyse suyun içine - ki mısırcı çocuktan bile azar yedik bu sebepten - oturalım dedik. Maksat bir serinlik olsun.
Buraya kadar her şey güzeldi sağın solun fotoğrafını da tatlı tatlı çektikten sonra, bir kaç saniyeliğine yerde bi kıpranma oldu.
Tam bu noktada durup bu adrenalini yaşayan iki kişinin, yani ben ve arkadaşım Zeynep'in kişisel gerginlik özgeçmişine azcık değinmeliyim.
Zeynep her zaman için en kötü durumu aklına getirir.
Örneğin, başı ağrıyorsa her an ölebilir.
Ben ise olmayan olayları, hatta olma olasılığı olmayan olayları aklımda kurup kurup önce kendimi, sonra metabolizmamı, sonra çevremdekileri en üst seviyede germe kapasitesine sahip bir insanım.
Örneğin günde en az 7 kere telefonumu kaybettiğimi zannedip ortalığı telaşa veriyorum.
Hatta dün akşam telefonum elimde dururken, "ZEYNEP TELEFONUM NEREDE?!" diye bağırmış olabilirim.
Bağırdım.
Bu iki kişinin birbirini gerebilitesini siz hayal edin.
Titreme anına geri dönecek olursak;
İkimiz de titreşimi alında dönüp bir an için bakıştık.
Hani, "biriniz çok kötü bir biçimde gaz mı kaçırdı, yoksa Allah'ım sana mı geliyoruz?" bakışıydı
ya da klasik Amerikan filmi sahnesi olan
"Sen de benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?" bakışı.
Nitekim bakışların kendi arasında anlaşmasına karar veremeden toprak ana "alayına rest" diyerekten çılgın bir sarsıntıya tutuldu.
Şimdi yaşadığınız en büyük depremi düşünün.
Onun tam poponuzun altında olduğunu düşünün.
İşte duygu tam da bu.
Sarsıntı biter bitmez tüm sahil ayağa fırladık ama benim gözüm farklı bir yerdeydi.
Ufuk çizgisi.
Hani tsunami geliyorsa hemen göreyim de g.tüm g.tüm kaçmak için zamanımız olsun.
Şimdi öncelikle tsunamiden koşarak kaçılmaz. Bir gün başınıza gelirse dediydi dersiniz. Mazallah.
Peki bu kıza 16 yıllık eğitim öğretim hayatında kimse mi bu mantaliteyi öğretemedi.
O 3 saniyede aldığınız eğitim değil, izlediğiniz Amerikan filme sayısı ağır basıyor.
Sahil güvenlik edamla ufuk çizgisini kontrol edip tsunami yok diye emin olunca, kayalıkların altından yaka paça kaçan insanları görüp içimin yağlarını erittim.
Ne oldu hani şekerdiniz eriyordunuz, güneşin altına girmeyeyim diye sabah 5te havlu attınız da ne oldu.
Bu sabah haberlerde de tsunami korkusuyla araçlarına atlayıp dağa bayıra çıkan yurdum insanlarını gösterdi.
Ne diyeyim ki.. En azından suyu görürsek koşarız dememişler de kendilerince önlem almışlar izledikleri Amerikan filmlerini hesaba katarak.
Ben geçen yaz da denizde birden atlayan çok büyük bir balık görüp köpek balığı sanarak hızla sudan çıkmıştım.
Yani bende genel olarak bir Amerikan filmi gerginliği var.
Bak daha hiç zombi atağından falan gerilmedim ama.
Bu arada karanlıktan da korkmadığımı fark ettim.
Gece yarısı yine mükemmel bir sıfır aydınlatmayla kumsalın yolunu tutarken ne bir böcek kaygım vardı ne sağdan soldan çıkabilecek bir yaratık. Sanırım gözümün gördüğü şeylerden daha çok korkuyorum. Görmediklerimle ilgili bir gerginliğim yok.
Bir de kendi, kişisel istekleriyle, sahile kokulu kırmızı mumlar götürüp ambiyans yaratmayı beceren erkekler de varmış. Hafif bromance'e kaçıyor tabi ama ortamı birden çok kız basınca farklı bir hal aldı.
Hiç beklemediğiniz zamanlarda hiç beklemediğiniz şeyler olabiliyor.
Benim için çok uzun bir zamandır Dünya'nın en güzel yanı bu.
Ha bir de o kadar utanıyorum ki, ülkemin göbeğinde hala gezmediğim muhteşem mekanlar olduğu için. Mekan derken kutunun içine tıkılıp ritimsiz müzikler enjekte edilen leş kokulu modern mekan kavramından değil, doğanın içinde korunmuş doğal Dünya güzelliklerinden bahsediyorum tabii ki..
Tam da Karadeniz turu yapalım diye tartışırken, organizatörümüzün Karadeniz turu planladığından bahsetmesi, yine temiz kalpliliğimin bir sembolü diyorum, itici bir şekilde övünmek gibi olmasın.
Çatır çatır yeşillik gezsek fena mı olur?
Bu arada gelecek organizasyonun erken bir reklamını yaptığım için bence Osman'dan komisyon almalıyım.
Gelirseniz beraber de gezebiliriz bence,
Belki size de bir şiir patlatıveririm yeşillikleri görüp gaza gelir de..
Aklıma bir şeyler daha gelirse bir dördüncü yazı yerine buraya ekleyip tekrar tekrar yayınlayıp paylaşarak hepinizi taciz etmek istiyorum.
Belki de yazmam kendime saklarım.
Hepinizi öptüm yine,
İyi tatiller..
ÇS*12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder